ÖZNE OLMAK
Konuşmamayı tercih edebilir misiniz? Konuşmadan yapabilir misiniz? Ya da bir derdinizi kelimelere dökmeden ifade edebilir misiniz? Farkında olmadan sahip olduklarımızın arasına iliştirebileceğim şey; kelimelerimiz. Kelimeleri birleştirmek. Size cümlenin tanımını yapıyorum. Anlamlı kelimelerin uygun zaman ve kişi ile bir araya gelerek kişinin düşüncesinin karşı tarafa nakledilmesini sağlayan öğeler. Cümleler. Cümlelerimizin toplamı kadar varız desem ileri gitmiş olur muyum? Bence az bile söylerim.
Cümlelerimizi neden bu kadar önemsediğimi anlatacağım. Sosyal varlık insan klişesini tekrar edeceğim. Toplumun bir bireyi olmak sosyal olmayı zorunlu kılar. Sosyal olmak iletişim halinde olmaktır. Bu kadar cümlenin anlamı yaşamak için sosyal olmak zorundasınız ve sosyallik a dan z ye iletişim demektir. İletişimi sağlayansa dilinizdir. Dilinizse; kurabildiğiniz cümleler kalitesi ve sayısı tutarında size yardımcı olup anlaşılır olmanızı ya da var olmanızı sağlar. Üzerine basa basa anlatmaya çalıştığım şey diliniz yani kurduğunuz cümleleriniz varlığınızın kanıtıdır.
O halde var olmak için cümle kurun. Cümlelerinizin öznesi ve yüklemleri olsun. Edebiyat dersinde miyim diye soruyorsunuz. Özne ve yüklem ilişkisini anlatmadılar size. Cümlenin öğeleri olarak ezberlettiler. Yüklem cümlede sorumluluk ifadesidir. Yüklemin ifade ettiği sorumluluğun sahibiyse öznedir. Cümle kurun. Cümlelerinizin özne ve yüklemleri olsun. Yani sorumluluk alın. Hayatta sorumluluk alın. Cümlelerinizin öznesi olun. Hayatta bir özne olun. Yarım bırakılmış ya da bahsettiğim öğelerden yoksun cümleler sorumsuz, korkak ya da varlığını göstermekten aciz silik bireyleri işaret eder. Söz namustur der atalar. İfade edilen de işte budur. Kurulan cümlenin bireyin varlığının kanıtı olduğu vurgulanır. Ve kanıtı sağlayan yüklemin ifade ettiği sorumluluktur. Yüklemsiz ya da öznesi olunamamış cümlelerin sahipleri iletişimden yoksundur. Arkadaşlarını sosyal medya üzerinden aramak, sokağa çıktığında kısa kelimeler ya da mimikler dışına çıkmamak, öfkeyi şiddete kurban etmek, aşkı sekse emanet etmek, dostluk kavramını üç beş günlük kankalığa azletmek öznesi olunamamış hayatların imzalarıdır.
Farkında olmadan sahip olduklarınız arasına soktuğum kelimeleriniz sayesinde cümle kurabiliyor ve var olabiliyorsunuz. Kelimeler. Dağarcığınıza eklediğiniz her kelime ile şekillenen yeni cümleler. Cümlelere yüklediğiniz yeni sorumluluklar. Ve özgüvenini pekiştiren yeni bir hayat. Bazen bir kelimenin kudretini hayal bile edemezsiniz. Bazen bir kelime bir kitaptan, bir bireyden ya da bir sözlükten çıkar; toplumları alt üst eder, hayatı yeniden şekillendirir. Demokrasi, cumhuriyet, ihtilal, para, faiz, vb kelimelerin değerinin birkaç harften daha fazla olduğu aşikardır. Bakın bir kelime nelere mal olmuş. Birisi çıkıyor 1945’lerde demokrat diye bir kelimeyi tanıtıyor; toplum anlamını bile bilmediğinden yakıştırıp demirkırat diye telaffuz ediyor ve anlam kazandığında toplumun yapısında meydana gelen değişim ağızları açık bırakıyor.
Kelimeler. Toplumları dahi allak bullak etmeye yetecek gücün sahibi kelimelerin günümüz mekanları hiç şüphesiz kitaplardır. Kelimeleri kitaplarda aramaktır bireyi birey yapan. Karakterini, varlığını şekillendiren gücün barınağı; bir araya gelmiş kağıt tomarlarıdır. Ve her bir kitap başka bir karakterdir. Bir yazar; ‘ bana sakın kitap sormaya gelmeyin, tavsiye edemem, tavsiye ettiğim her kitap o bireyin karakterinin şeklinde aldığım sorumluluktur’ der.
Bunca cümlenin verdiği mesaj okumanın gerekliliğiydi. Fakat bundan sonraki soru ‘ne okuyacağım’. Benim burada size herhangi bir kitabı reklam etmem ancak cehaletimin getirdiği cesaret olur. Kitaplar ve bıraktıkları izlerden bahsetmek istiyorum. Klasik bir şekilde klasiklerden başlamak gerek diyorum. Örneğin; Fyodor Mihailovic Dostoyevski Karamazov Kardeşler veya Suç ve Ceza’da psikanaliz sınırlarının doruklarına çıkar, can verdiği karakterleri ve karakterleri tasvirleriyle akılları baştan alırken Ebedi Koca veya Budala ile para sıkıntısı çektiğini ve ekonomik kaygısını hissettirir. Yeni Hayat’ta bir üniversite öğrencisinden bir gerilla doğuran Orhan Pamuk bulurken, İstanbul romanında İstanbul cumhuriyet tarihini gözden geçirirsiniz. Ve bir yazarı eleştirmek için o yazarı ya da o kitabı okumak gerekliliğini anlamaya başlarsınız. Yakup Kadri’nin Ankara’sıyla kalkınmanın heyecanı ve galeyanı doldururken belleğinizi, daha sonraki baskılara yazdığı önsözüyle hayallerin ötesine geçememiş sloganlara üzülürsünüz. Kitaplar karakterleri şekillendirir, her kitap her bireyde başka bir iz bırakır. Cemil Meriç’in kızı ben bir kelime imparatorunun varisiyim der; siz onun imparatorluğundan mahalleler inşa etme endişesine düşersiniz. Kemal Tahir, bugün söylenenleri elli yıl erken dile getirir; kitabının çekilmiş dizisi yasaklanır, vücudu yıllarca demir parmaklığa hapsolunur ve siz merak edersiniz. Can Dündar bir kitaba yıllarını adarken; okuduğunuz sırada ezber cümlelere emanet ettiğiniz diliniz sebebiyle yüzünüzün biraz olsun kızarmasını bekler. Bir adam Akdeniz’i ve Orta Doğuyu; tarihi ve toprağıyla adımlar ve her adımına tarihten bir kesit, bir adam, bazen bir kitap, bazen birkaç aşk, biraz hüzün ve biraz mübalağa koyar; siz kitap bitmesin diye bir kenarda saklarsınız; Amin Maolouf. Siz Ömer Hayyam, Nizamülmülk, Melikşah ve Hasan Sabbah’ı aynı cümlelerde buluşturmanın hayalini dahi kuramazken, o yazar, siz ancak hayran olursunuz. Ve Aytmatov. Babasını Sovyetlere veren, yıllarca naşının izini süren ve sonunda bir toplu mezarda onlarca cesedin içinden kendi DNA’sıyla eşleşen bir baba cesedine kavuşan adam. Bu adama Gün Olur Asra Bedel cümlesi mübalağa mıdır? Yada içi boşaltılmış Orta Asya kültürüne ayna tutarken yani Yedigey’i ve topraklarını tasvir ederken sadece şaşırır mısınız? Mankurtlaştırmak deyiminin sahibi Aytmatov. Komünizmin mankurtlaştırdığı insanları Avarların köleleştirdiği oğullara benzetirken haklı mıdır? 1973’te 1984’ü yazar Orwell; teleskrinden söz eder, insanlar kontrol edilecek der, sahte mutluluklar türetilecek, tarihler yeniden yazılacak, tüm yaptıkları bir gün gözetim altında tutulacak der; interneti düşünür, prozac’ın bileşimine takılır, teknolojiye şaşırırsınız. George Orwell. Hayvan Çiftliği romanıyla devlet otoritesinin bireyleri nasıl bir çiftliğin üyelerine dönüştürdüğünü ve o bireylerden en önemli yaşama belirtisi olan karar verme yetisini ya da özgürlük kelimesini nasıl elinden aldığını gözünüze sokar. Bir roman nasıl olur da 1930 da yazılıp 2008 de yaşanan krizin psikiyatrisini yansıtır. Steinbeck Gazap Üzümleri’ni yazdı; okursanız ekonomik krize neden buhran dendiğini öngörebilirsiniz.
Kitaplar karakterlere yön verir. Duygulara şekil verir. Çok küçük bir pencere açtım bazı kitaplara. Yüklemi ve öznesi olan cümleler kurmamız beklentisi ve dileğiyle…
Mehmet Şamil ŞENSOY (27.02.2009)