24 KASIM ÜZERİNE

Cumhuriyetin yeni kurulduğu günlere baktığımızda ve bugün ile karşılaştırdığımızda “öğretmen” kavramının o günlerdeki anlamını büyük ölçüde kaybettiğini üzüntüyle gözlemliyorum. Balkan Savaşı ile başlayıp Kurtuluş Savaşı ile sonlanan ve 11 yıl aralıksız süren savaş yıllarının ardından büyük bir yıkım geçirmiş olan ulusumuzun en büyük umudu öğretmenlerimizdi. Varlığımızı yeryüzünden silmek isteyen emperyalist güçlere karşı kazanılan milli mücadelenin sonunda, gerek sosyal yapımızdaki sorunların giderilmesi, gerek ulusumuzun ilerlemesini sağlayacak düşüncelerin geliştirilebilmesi için en büyük dayanağımız okullarımız ve öğretmenlerimiz olmuştu. Ülkenin ekonomisi, sanatı, sanayisi, edebiyatı, tarımı ancak ve ancak okullarda verilen bilgiler ile gelişebilecekti. Bilim ve teknoloji doğrultusunda kendisini geliştirmiş, aklını kullanan nesiller yetiştirilmeliydi. Daha da önemlisi o kara günlerin tekrar geri gelmemesi için, aynı hatalara yeniden düşmemek için yeryüzünde çağdaş ve medeni bir Türk toplumu yaratmak gibi çok önemli bir görevin baş aktörü yine öğretmenlerimiz olacaktı. O günlerde öğretmenlerimizin bir diğer temel görevi de, ulusun emanet edileceği çocuklara, ülkesini ve insanını sevmeyi, bağımsızlığını korumak için izlenmesi gereken yolları, verilmesi gereken mücadeleyi anlatmaktı. Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi; özgürlüğünü ve bağımsızlığını korumak yolunda savaş vermeyi bilmeyen uluslar için yaşama hakkı yoktu.

Sonraki yıllarda neler mi oldu? Maalesef; “olmamalı” denilen herşey oldu. Öğretmenlik kavramı da, diğer birçok değerimizi kaybettiğimiz gibi gerçek anlamını kaybetti. Hatta toplumun belli bir kısmı için “öğretmen” saygınlığını yitirdi. Özellikle son yıllarda, ne kadar acıdır ki; “garanti iş” olarak görüldüğü için en çok tercih edilen bir meslek haline geldi. İş başına gelen hükümetler eğitim konusunda çok aciz kaldı. Eğitimin, terörden sonra en önemli sorun olduğu söylendi; kimine göre ise terörden bile daha büyük bir sorun olduğu dillendirildi. Bu tanım bile yanlıştı aslında. Eğitim değildi sorunumuz, insan yetiştirmek konusunda sıkıntılarımız vardı. Okulların da insan yetiştirmeye bakış açıları değişmişti. Moda bir terim üretildi örneğin; “dünya vatandaşı” yetiştirmek. Bu kavram kim tarafından üretildi ve bize enjekte edildi? Neden dünya vatandaşı yetiştiriyoruz, bizim kültürümüz yeterince zengin değil miydi? Okullarda kültürümüze sahip çıkan programlarımız var mıydı veya yeterli miydi? Milli kimliğimizi korumak utanılacak birşey mi olmuştu?

Belki de yanılgılarımızın arasında en önemlisi eğitimden ziyade yukarıda bahsettiğim insan yetiştirmek konusuydu. Ne ilginçtir ki; çocuklarımız bizim en değerli varlıklarımızdı ama bu görevi tamamıyla öğretmenlere bırakmıştık. Kimine göre vaktimiz yoktu, kimine göre parasını vermemiş miydik o halde öğretmen yapmalıydı. Daha da garibi bu kutsal görevi üstlenen insanları, öğretmenlerimizi, tek başlarına bırakmıştık. Sadece işler yolunda gitmediğinde veya bir aksaklık çıktığında öğretmen ile görüşüyorduk. Bu görüşme bile samimiyetten uzak tamamen bir formalite halini almıştı. Öğretmenlerimizi maalesef yılda sadece bir gün (24 Kasım), bir çiçek ve yanına iliştirilmiş küçük bir not ile tebrik etmenin yeterli geleceğini düşünüyorduk. Kimine göre ucuz hediyeler almak veya sadece bir çiçek ile geçiştirmek bize yakışmazdı. Hem pahalı hediyeler alırsak çocuğumuzla daha çok ilgilenirdi.

24 Kasım tarihi benim için açıkçası hiçbir anlam ifade etmiyor. Her yeni bir güne başladığında, çocuklarımız için ne yapacağını düşünen ve hayatının büyük bir zamanını bu uğurda harcayan bu değerli insanlar için ben ne yapabilirim; bu zorlu yolda onlara nasıl destek olabilirim diye düşünüyorum. Keşke toplum olarak bütün sorunlarınızı ortadan kaldırabilsek ve siz bütün enerjinizi geleceğimiz olan çocuklarımızı yetiştirmeye harcasanız…

Saygılarımla

Yorumları görmek veya yorum eklemek için oturum açın

Diğer görüntülenenler