AKADEMİK DEHA: IMMANUEL KANT (1724-1804)
Sapere aude!
(Aklını kullanma cesaretini göster!)
Immanuel Kant
Descartes’tan sonra felsefe tarihi iki ayrı doğrultuda şekillenmeye başlamıştı. Akılcılık düşünce ve ruhun üstünlüğüne kredi verirken, deneycilik ise duyular dünyasının üstünlüğünü savunuyordu. Fonda bu iki karşıt görüş varken, Königsberg’te Kant sahneye çıkar ve bir dönüm noktası olarak sentezini sunar.
Kant’ı bir deha olarak tanımlarken çıkış noktamızın “varlık” olmadığını beklenti yönetimi adına girişte paylaşmak iyi olabilir. Kant’ın dehasını bir mühendis ya da mimar gibi en sonunda varmayı hayal ettiği soruya onu adım adım ulaştıracak inşa ettiği kurgu ile açıklayabiliriz. Yanıt aradığı büyük soru insanlığı geleneksel tüm bağlardan kurtaracak evrensel bir ahlak yasası olunca, tüm eserleri de bu yolculuğun birer yapı taşı olur. 13 yıl boyunca disiplinli ve yapılandırılmış bir çalışmayla ilmek ilmek işlediği düşünce haritasının ilk meraklı sorusu da Saf Aklın Eleştirisinde yanıt aradığı “Neyi bilebiliriz?” olur. Peki “Neyi biliyoruz?” sorusuna Kant lensi ile aralarda kaybolmayı göze alarak bakmadan önce biraz da magazinsel bir dokunuşla 1724 yılına dönebiliriz.
Yer Königsberg, yıl 1724… Kant, o dönem Prusya’nın sınırları dahilinde Königsberg’de orta halli bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelir. Akademik kariyeriyle birlikte tam zamanlı bir maaşı olması için 50 yaşına kadar beklediğini söyleyebiliriz. Kant, orta çağdan sonra felsefe profesörü olan ilk büyük filozoftu, sonrasında da bir filozofun akademik kariyeri olması böylece şaşırtıcı bir durum olmaktan çıkar. Ailesinin dindar olduğunu biliyoruz. Kant’ın felsefesinde din öne çıkmasa da ailesinin karşılaştıkları zorluklar karşısında inançlarının nasıl bir rol oynadığını gözlemlemesi ve inancın sosyal boyutu düşüncelerini ileriki yıllarda şekillendirecek unsurlardan biri olur.
Kant ile ilgili en çok bilinen anekdotlar tüm ömrünü Königsberg’te geçirdiği, her gün sabah 05:00’de kalktığı, mutlaka çayını ve piposunu içtiği. Ve her gün aynı saatte yürüyüşe çıktığı ve insanların saatlerini Kant’ın yürüyüşüne göre ayarladığı olabilir. Aristoteles’in derslerini yürüyerek verdiğinden bahsetmiştik, şimdi de Kant’ın her gün ama istinasız her gün ve “tek başına” aynı güzergahta yürüyüşe çıktığını ekliyoruz. Kendi kendine kaldığı bu anlarda bazen düşünüyor, bazen de zihnini dinlendiriyordu ancak asla biriyle sohbet etmeyi tercih etmiyordu. Bu kadar net rutinleri olan bir felsefe profesörünün partilere de katılmaktan çok keyif aldığını bilmek şaşırtıcı olabiliyor. Ancak anlatılan hikayelere göre sosyal buluşmalarda dahi yapılandırılmış, herkesin sırayla söz aldığı ve sonrasında da konuşulanların tema çerçevesinden özetlendiği masadan kalkacağı zamanın da net olduğu bir akıştan söz ediyoruz.😎 Königsberg deneyim paylaşım çemberlerini, aksiyon öğrenme partilerini siz de hayal etmeye çalıştınız di mi? 😉
Felsefe kendi sınırlarını bilmekle var olur. Immanuel Kant
Neyi bilebiliyoruz?
Kant’a özel olsun bu giriş, bazı eserlerini ve yayınladığı yıllarla başlayalım.
📌 1781 Saf Aklın Eleştirisi Neyi bilebilirim?
📌 1788 Pratik Aklın Eleştirisi Ne yapmalıyım?
📌 1790 Yargı Yetisinin Eleştirisi Neyi umut etmeliyim?
📌 1797 Ahlak Metafiziği
Bu başlıklara baktığınızda ilk meraklı sorunuz ne oluyor? “Kaç tane akıl var?” Saf Akıl ve Pratik Akıl diye ikiye mi ayıracağız? Kısa yanıt isterseniz “Evet” Kant’a göre akıl duruma ve konuya göre değişkenlik gösteren bir mekanizma, eğer söz konusu doğa ise “saf” akıldan bahsediyoruz, ancak konumuz adalet, özgürlük, cesaret gibi bir kavram ise gündemdeki akıl “pratik” olan.
Hatırlayalım “aydınlama” dönemindeyiz ve insan bir doğa varlığı olarak görülüyor. Kant’ın da yaklaşımı bu çerçevede olur. Doğada kurallar ve bu kurallar nedenselliği zorunlu kılar, doğanın her gün şahit olduğumuz döngüsü içinde güneş doğar, ilkbaharda ağaçlar çiçek açar, sonbaharda yerlerde dökülen yapraklar olur… Tüm bunlar için insanların sağduyuyla yapmasını beklediğimiz herhangi bir eylem de yoktur. İnsanlardan bağımsız doğa döngüsünü sürdürür. Bununla birlikte doğanın içinde var olan insan sadece biyolojik bir yaşam formu değildir, ahlaki yargılarımızla bir bütün olarak varoluruz. Kant’ın dinle olan ilişkisine gönderme yaparak kutsaldan arınan bir ahlak yasası arayışında Tanrı yerine akıl merkeze alınabilir mi? Doğa varlığı olarak insanı ahlaki olarak da bir varlık olarak görebilir miyiz? Pratik alanda aldığımız kararlardan ve eylemlerden sorumluysak, toplumsal bir aydınlama da kurgulanabilir. Kant’ın tanımıyla “Aufklärung” bizi coğrafi sınırlardan, zamandan ve kültürden bağımsız bizi dünya yurttaşlığına taşıyabilir. Tüm çalışmalarını insanlığı evrensel bir aydınlamaya taşıyabilmek üzere adım adım sabırla ve disiplinle inşa eder. Nihai soru “ahlak” ile ilişkili olduğu için Kant bir ahlak filozofu olarak kabul görür. Felsefesinin bir tarafında nedensellikten arınmış bir doğa, diğer tarafında da insanın iradesini tartıştığı ahlak yer alır. İnsan özgürlüğünü deneyimleyebileceği bir alan sahip olurken, evrensel bir ahlak anlayışı da kabul görebilir mi? Soru bu kadar zor olunca felsefe güzergahının da karmaşık olması kaçınılmaz.
Buraya kadar birlikte gelebildiysek, Hume referansına geçebiliriz. Geçen hafta Hume, doğada nedensellik olmadığını, gün ve gecenin birbirini takip ettiğini gözlemleyebileceğimizi, bu durumu ömrümüz boyunca gözlemlemeye devam edebileceğimizi söylemişti. Sabahları günün doğmasının nedeninin gece olduğunu iddia edemeyeceğimizi tüm şüpheciliği ile ortaya koymuştu. “Nedensellik doğanın kendisinden değil, davranışlarını seçen insandan kaynaklanıyordu.” Kant’ı kendi ifadesiyle dogmatik uykusundan uyandıracak yer tam burası 🎉 Nedenselliği sahneden uzaklaştırdığımızda geriye insanın alışkanlıkları kaldıysa, ahlaki özgürlüğe de geriye kalan alanda ulaşılabilir. Sınırlar tanımlamak her zaman iyi geliyor, Kant’a bile 😎 Şimdi bir anlığına Kant’ın ileri Hume okumasında bu tanıma ulaştığı anı düşünebilir misiniz? Nasıl bir zihinsel farkındalık, nasıl bir doruk anı olduğunu hayal edebilir misiniz? Yaşamı dolu dolu anlamlandıran bu anları kıskandığım için sizleri de dahil etmek istedim sadece🌈
Numen (kendinde olan) ve Fenomen (görüngü) Ayrımı Hala “Neyi bilebilirim?” sorusundayız ve bir adım daha ilerliyoruz. Platon’un idealarından 18. yüzyıla kadar uzandığımızda öz ve görünüş ayrımı yaşamaya devam eder. “Kedi” “özü” anlatırken, komşunun tekir kedisi ya da mama reklam yüzü siyam kedisi “görünüş” örneği olarak kabul görür. Yüzyıllar boyunca özün görünüşten daha değerli olduğunun düşünülmesini Kant farklı bir yöne taşır ve “bir şeyin kendisinde ne olduğunu bilemeyeceğimizi” söyler -Almancası “ding an sich”. Kant’a göre şeylerin özlerini bilemeyiz, sadece kendi algılarımız aracılığıyla bize nasıl yansıdığını bilebiliriz, biz numenleri bilmemeyiz, sadece yansıtabildiğimiz fenomenlerden bahsedebiliriz. Eğer hiçbir zaman numenleri bilemeyeceksek, o zaman yetkinliğimizin kapsamı dışındaki bu alan için de çaba harcamayalım, hiç sorgulamayalım. Gelecek yıllarda öne çıkacak “Fenonemoloji” için ne kadar kritik bir dönüm noktası olduğunun altını çizerek, dünyamızın aklımızın yansıması olduğunu söyleyebiliriz. Yine bir filozof bizi Matrix’e doğru çekiyor, mahkum olduğumuz aklımızla sadece gerçeklik yanılsamalarını mı deneyimliyoruz? Tüm bu yaklaşımla evrensel bir ahlak yasasına ulaşmaya çalışan Kant bilgiyi keşfetmediğimize inanır. Kendi gözlemlerimizle ve kendi sınırlarımızla bilgiyi kurgulayabileceğimizi söyler.
Kant ile birlikte anlam arayışımız için merkeze aldığımız ilkeleri doğada değil, aklımızın kendi sisteminde tanımlamaya başlayabiliriz. Bu noktada tartışmanın merkezindeki soru da değişir. “Neyi bilebiliriz?” diye merak etmeye devam etsek de numenleri bilemiyorsak alanı yeniden tanımlamaktan başka çıkışımız olamaz. “Evrenin gerçeği/ hakikati” gibi büyük bir soru alanımızın dışında kalır, aklımızın bize sunduğu gerçeklikleri tanımlamaya çalışarak devam edebileceğimiz bir sistemin içinde kendimizi buluruz. Kant oyun alanımızı yeniden tanımlarken, aklımız ve seçtiğimiz davranışlara doğru bizi yönlendirir. Kant’ı akademik deha yapan da bu mimari kurgusu, yepyeni büyük bir fikir öne sürmeden düşünce sistematiğini adım adım işlemesi… Doğadaki nedensellik tuzağından Hume ile kurtulup, sınırlarımızı tanımlayarak bilgiyi keşfetmek yerine inşa edebileceğimizi tüm dünyaya anlatması…
LinkedIn tarafından öneriliyor
Tanrının var olduğuna inanmak eni konu zorunludur, ama kanıtlanması gerekecek kadar değil. Immanuel Kant
Kant’ın felsefesi sonrasında Tanrı’nın varlığının ispatlanacak ya da çürütülecek bir soru olmadığı evrensel olarak kabul görmeye başlamıştır.
Kant özgürlük ve evrensel ahlak arasındaki ilişkiyi kurmaya çalışırken, ilerlemeye ilişkin motivasyon kaynağımızı da anlamaya çalışır. Güzel ve yüce kavramlarını her ne kadar öznel olarak düşünsek de duyduğumuz hayranlığı aklımızla açıklayamadığımızda özneler arasında ortak bir zemin olduğunu deneyimleriz. Buradan Kant’ın mezar taşındaki meşhur cümleyi hatırlayarak toparlamaya çalışabiliriz.
İki şey var ki, ruhumu hep yeni, hep artan bir hayranlık ve müthiş bir saygıyla dolduruyor: Üzerimde yıldızlı gök, içimdeki ahlâk yasası...
Hayatın çeşitli güçlüklerine karşı üç şey hediye edilmiştir. Ümit, uyku ve gülmek.
Immanuel Kant
Hazırsanız Yönetim Kurulu olarak Sizi Könisberg’e davet edebilirim 😎
Kant’ın analitik bakış açısıyla hem günün akışının ardındaki mantığı hem de geniş zamanla değerlendirerek tüm kurguyu sistematik bir şekilde sorgulayacağını söylememe hiç gerek yok sanırım. Hatta toplantı sabah çok erken saatte de başlayabilir, akşam üzeri yürüyüş saatini de aksatma şansımız olmadığına göre bireysel derin düşünme için de zamanımız olacaktır. Yine Kant’ın sohbetlerine yapılan göndermelerden yola çıkarak belirlenen temalarda önce bireysel görüşler belirlenen sıra ile paylaşılacak sonrasında ne ile ayrıldığımız SMART notlar olarak özetlenecektir. Arada kaybolursanız, şimdi bunu neden tartışıyoruz diye merak ederseniz, her bölüm için de odaklandığımız bir soru da olacaktır. 18. Yüzyıldan nefis fasilitasyon teknikleri, acaba danışman danışman tekrar bizim tarafta Kant olsaydı nasıl bir akış önerirdi diye sorabilir miyim? 🧐
Kurgudan içeriğe geçiyorum, sabit duramayan zemini tekrar sorgulamaya hazırsanız…
📌 Neleri bilebiliriz?
📌 Ardında hangi varsayımlarımız var?
📌 Neleri bilemeyeceğimiz halde tartışmaya devam ediyoruz? (Bu soruyu çok sevdim, toplantı tuzağından kurtaracak 18.yüzyıldan bir hediye gibi)
📌 Daha iyi olmak adına neler yapıyoruz? Hadi burayı biraz daha kırarak ifade edelim… Daha iyi insan, daha iyi takım, daha iyi kurum, daha iyi çevre…
📌 İçinde bulunduğumuz sektör(ler)den bağımsız yarattığımız değerin içine sanat ve estetiği nasıl katabiliriz? Hali hazırda varsa nasıl büyütebiliriz?
📌 Neyi umut ediyoruz? Kendimiz için, tüm paydaşlarımız için, dünyamız için…
🌈 Ve son soru en son ne zaman birlikte dolu dolu güldünüz ?
Tüm bu sorulara yanıt verecek nasıl bir kurgunuz var? Lacivert renk enerjisiyle Kant öznel çıkarlardan uzaklaşarak bütüne sağlayacağınız faydaya doğru motivasyonunuzu tüm kozmetik ve dolgu ifadelerden uzaklaşarak sorgulayacaktır. Sonrasında tam zamanında toplantıyı bitirecek ve salondan ayrılacaktır. ⌛️
Mine, Urla
Scrum Master at Turkiye Is Bankasi , Scrum & Agile Enthusiast, ICF-ACC, ICF-ATF, LeSS, PSM-II, PSPO-II, PAL-I, PAL-EBM, SPS, PSD I, PSK I, PSU I, CIIP-III, PSFS, PSPBMS, PSM-I, PSPO-I
2yEmeğinize ve ellerinize sağlık 🙏
TATNEFT AYTEMİZ/ AKDAĞMADENİ TAŞIYICILAR KOOP. /ADOÇİM
2yKALEMİNİZE EMEĞİNİZE SAĞLIK. MÜTHİŞ BİR BEYİN FIRTINASI.
...
2yTeşekkür ederim 🙏
ICF approved Professional Coach - GBB Dernek Üyesi
2yEmeğinize sağlık 👏👏🙏