Avrupa Birliği’ne Uyum Çalışmalarının Yerel Düzeyde Örgütlenmesi (Giriş-I)
Türkiye'nin büyük bölümünde taşra ilk defa ikibinli yıllarda “Avrupa Birliği (AB) projeleri” ile tanıştı. Yerel düzeyde faaliyet gösteren kurum ve kuruluşların Türkiye'nin yararlandığı AB hibelerini kullanmak suretiyle yürüttüğü sözkonusu Avrupa Birliği projeleri sayesinde toplumda yepyeni tematik öncelikler duyulmaya ve tanınmaya başlandı.
2000 yılına girilirken Türkiye'nin Avrupa Birliği’ne adaylık statüsünü kazanması, aslında cumhuriyet tarihimizde yepyeni bir sayfa açmıştı. Bu adımla, Türkiye'nin Avrupa Birliği sürecinde kapılarımızı belki de olağanüstü sayılabilecek gelişmelere ve her alanda etkilerini göreceğimiz yeni bir döneme araladık. Çağdaş medeniyetler seviyesinin güncel karşılığının AB müktesebatı olduğu vizyonundan hareketle, Türkiye AB’ye adaylık sürecinde yürütülecek uyum çalışmalarında kararlılığını sergileyen oluşumlara imza attı. Adaylık statüsünü kazanmanın ardından, Birliğe üyeliğe yönelik Türkiye'nin çabasını güçlendirici Avrupa Birliği Genel Sekreterliği kuruldu. Türkiye'nin, Topluluk Programlarından yararlanmasını sağlayacak olan Çerçeve Anlaşma onaylandı; ayrıca aday ülkelerin AB’ye üye olma yolundaki ihtiyaç ve önceliklerine hizmet eden projelerin desteklenmesini amaçlayan Katılım Öncesi Yardım Aracından (IPA) yararlanma dönemi başladı. Bunların beraberinde merkezde bir dizi örgütlenme, yanısıra yerele hibe yararlandırıcısı kuruluşlar olarak hizmet verecek olan Ulusal Ajans ile Merkezi Finans İhale Birimi’nin kurulması birbirini izledi. AB destekli programlar sayesinde müktesebat uyumu ve siyasi kriterlerin yerine getirilmesi alanında önemli ilerlemeler sağlandı.
Bu sürecin yarattığı ivmeyle, Avrupa Birliği devlet ve hükûmet başkanlarının Brüksel Zirvesi’nde aldığı karar doğrultusunda, Türkiye'nin siyasi kriterleri yeterli ölçüde karşıladığı tespitinden hareketle 2005 yılında Avrupa Birliği ile katılım müzakereleri süreci resmen başladı. Nihayet, Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinde daha yüksek bir profil sergilemesini sağlayan AB işlerinden sorumlu bir bakanlığın 2011’de kurulması, ilişkilerin geleceği açısından önem taşıyan örgütlenme konusunun ön plana çıkmasını ve bu sebeple AB işleri ile ilgili yerel örgütlenmeye yönelik somut adımlar atılması ihtiyacını beraberinde getirdi. Elbette, kamu yönetiminin, yaşanan toplumsal değişimlerin gereklerine göre düzenlenmesi, çağdaş, rasyonel ve verimli bir mekanizma olacak şekilde güncellenmesi ve toplumsal gereksinimlerin düzenli ve örgütlü biçimde gerçekleştirilebilmesinin tarihsel bir ürünü olan devletin bunu gerçekleştirmesi bir zorunluluktu (Özel, 2000, s. 25[1]).
Adaylık statüsünü kazanmasından sonra geçen sürede, Türkiye sadece Avrupa Birliği ile ilgili işlerin yürütülmesine dair yeni kurumsal sistemler yapılandırmakla ve reformlar yapmakla kalmadı, hayata geçirilen projeler sayesinde “taşrada” da kamuoyu ve kurumlar bir anlamda izleyici konumundan çıkıp bu dönüşüm sürecine katkı verebilen aktörler olarak farklı bir düzeye geçti. Belediyeler, il özel idareleri, valilikler, kamu kuruluşlarının taşra örgütleri, köyler, sivil toplum örgütleri, odalar, KOBİ’ler, üniversiteler, bu hibelerden yararlanarak çeşitli projeler uygulamaya başladılar. Merkezî yönetim düzeyinde olduğu gibi yerel düzeyde de gözardı edilemeyecek bir proje hazırlama ve yönetme kapasitesi oluşmaya başladı. Eğitim ve öğrenci değişim programlarıyla sürece aktif katılan üniversitelerimiz yanısıra, özellikle valiliklerimiz, kurdukları “AB Projeleri Koordinasyon Merkezleri” marifetiyle geliştirip uyguladıkları ve destek verdikleri projeler sayesinde bu sürece bizzat dahil olarak kendisini sürece yön ve katkı verici konuma getirdi. Belirli temalarda yürütülen AB projeleri ile elde edilen kazanımlar, çağdaş ve müreffeh bir toplum olmak için, sosyal yaşama dair temel değerlerin iyileştirilmesinin ne kadar önemli olduğunun kavranmasına yardımcı oldu. Yerel düzeyde daha geniş kitleler “sosyal içerme” ve “pozitif ayrımcılık” gibi pek çok çağdaş kavramla tanıştı. Kadın istihdamının desteklenmesi, engellilerin toplumsal entegrasyonunun geliştirilmesi, etiğin teşviki, okul öncesi eğitimin güçlendirilmesi, kız çocuklarının okullulaştırılması, kadına yönelik şiddetle mücadele, kültürel değerlerin korunması, yerel ve ulusal STK’ların kapasitesinin güçlendirilmesi, demokratik vatandaşlık ve insan hakları eğitimi, Avrupa gönüllü hizmeti gibi birçok AB programına yerelin gösterdiği ilgi sayesinde, bu tematik önceliklerde eksiklerimiz, dahası yapmamız gerekenler ve neler yapabileceğimiz değerlendirilmeye başlandı. AB projeleriyle ilgili konular ve çalışmalar günlük yerel gazetelerde alışagelen haberler arasında yeralır oldu. Hibe teklif çağrılarının tematik öncelikleri, bu konulardaki ihtiyaç ve kapasitemizin çeşitli platformlarda tartışıldığı bir döneme geçmemizde itici güç oldu[2]. Başta üniversite ve eğitim kurumlarımızdan olmak üzere, yerelden yüzbinlerce vatandaşımızın katıldığı öğrenme ve çalışma hareketliliği programları sayesinde kültürlerarası farklılıklar tanındı, çalışma alanlarımızda yeni vizyonlar geliştirildi, yeniliklerin ve iyi uygulamaların transferi başarıldı.
AB sürecinin getirdiği bu tür fırsatlarla taşranın buluşmuş olması, uygulamalarda da köklü bir değişikliği beraberinde getirmeye başladı. Avrupa Birliği hibe programları ve bunlarla ilgili proje yönetim süreçleri, sağladığı benzersiz deneyimle Ülkemizin dört bir yanında proje hazırlama ve uygulama kapasitesinin gelişmesini sağlarken AB prosedür ve uygulamalarının yakından tanınmasını sağladı. Şimdiye kadar iş hayatında “göç yolda düzelir” metoduna dayalı uygulanan genel yaklaşım, yerini yavaş yavaş “plan”, “program” veya “proje” gibi geleceği öngörmeyi gerektiren çalışma disipline bırakmaya başladı.[3] Uzmanlık gerektiren bu yeni metotların çalışma hayatımıza girmesi, beraberinde yerel düzeyde Avrupa Birliği sürecimizin getirdiği yeniliklerle ilgili işlerin yürütülmesine dair yeni mekanizmaları, örgütlenmeleri ve kurumsal yapılanmaları harekete geçirdi.
Bütün bu bahsedilen gelişmelerin çok büyük bir kısmı adaylıktan itibaren ve yoğunlukla da son on yıl içerisinde gerçekleşti. Öyle ki, bu yaklaşık on yıllık süreçte elde ettiğimiz kazanımlar ve bunların çalışma hayatımızda ve toplumsal dönüşümde yarattığı etki ve sonuçları, yarım asırlık AB serüvenimizin geride kalan kısmında elde edilenlerden çok daha fazla ve çok daha güçlü hissedilir oldu.
(Giriş-II ve III bölümleriyle devam edecek)
Not: Bu yazı (Giriş-I) ve devam eden Giriş-II ile Giriş-III bölümleri, Baki Karaçay'ın “Merkezi Yönetimin Avrupa Birliği’ne Uyum Çalışmalarının Yerel Düzeyde Örgütlenmesi” konulu Akdeniz Üniversitesi SBE Kamu Yönetimi Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi kaynak alınarak hazırlanmıştır. 2014 yılında onaylanan çalışma, AB ile ilgili "yerel düzeyde" kamu örgütlenmesini ele alan ilk akademik çalışma olma özelliği taşımaktadır.
Yazıya PDF dosyası olarak buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.
_________________________
[1] Özel, M., “Kamu Yönetiminde Yeni Bir Örgütlenme İlkesi: Yerellik (Subsidiarite)”, Çağdaş Yerel Yönetimler, Cilt 9, Sayı 3, s. 25–43, 2000.
[2] Adaylık sonrasında AB hibeleriyle yerelde uygulanan projeler sayesinde toplumda güçlenen farkındalıkların sonuçlarının her düzeyde yakından hissedilmeye başlandığı gözlenmektedir. Somut bir örnek vermek gerekirse, özellikle IPA kaynaklı birçok hibe programının konusu olan “kadına karşı şiddetin önlenmesi” bağlamında gelişen farkındalık sayesinde, on yıl önce “töre cinayeti” türünden başlıklarla haberler okuyan toplum yerine bugün kitlesel tepi veren bir topluma dönüştüğümüzü görmekteyiz. Yine AB hibe programlarının konu ve amaçları doğrultusunda engellilerin herkes gibi kamu hizmetlerinden yararlanabilmelerini ve sosyal yaşamla entegrasyonunu sağlayıcı tedbirlerin, her geçen gün daha çok vurgulanmaya, eksiklerimizin daha çok dikkat çekmeye başladığını görmekteyiz. Bunda yerel düzeydeki AB proje çalışmalarının büyük etkisi gözardı edilemez. Bu perspektiften bakıldığında, katılım sürecimizin, AB politikaları ve projeleriyle yerel düzeyde yaratılan değişim ve bunların hayatımıza getirdiği kazanımlar doğrultusunda güçlü biçimde işlediğini ve sosyal yaşama dair temel değerlerde çağdaşlaşma yönünde iyileşmelerin devam ettiğini söyleyebiliriz.
[3] Plan, program ve proje kavramlarının üçü de kendi çalışma kültürümüzde üretmediğimiz, dolayısıyla dilimizde karşılıkları olmayan ancak yoğun olarak çalışma kültürümüze giren güncel kavramlardır. İthal kavramlar olmaları sebebiyle, yönetim süreçlerine uygun hareket etmede belirli zorluklarla karşılaşılmakta ve yerleşmesi için bir uyum döneminin geçmesi gerektiği gözlenmektedir.