BİZİM SEKTÖRDE EVVEL ZAMAN İÇİNDE !
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde diye başlardı masallar bizim çocukluğumuzda ve o çocukluk günleri gerçekten evvel zaman içinde kaldı ve yerimizi yeni çocuklar aldı. Artık masallar evvel zaman tünelinde, akıllı telefon peşinde diye başlıyor.
Biz eskiler, onları başkasının büyüttüğü düşüncesinden uzaklaşarak, bizden farklı büyüdüğüne inandığımız gençliği anlamaya uğraşmak ve onlara bizim masallarımızı anlayabilecekleri dilde anlatmak yerine, onların ışık hızıyla kullandığı teknolojiyi onlar kadar iyi kullanacağımızı düşünüp onlarla aşık atma peşinde koşuyoruz.
Bizim jenerasyon ile bizden önceki jenerasyon arasında nasıl uçurumlar olarak tanımlanabilecek bir fark yoksa, onlarında bir sonraki jenerasyonla arasında uçurumlar olarak tanımlanacak bir farkı olmayacak ve bu iyi bir durum, ama iyi olmadığını gördüğüm durum şu; Bizim jenerasyonumuz ile bu jenerasyon arasında uçurum olarak tanımlanabilecek bir fark var ve birbirimizi dinlemiyor, birbirimizi anlamıyoruz. Duyduğum endişe, bu jenerasyonun onlardan sonraki jenerasyona bizi ve bizden öncekileri anlatmayacağı ve onları el emeği, göz nuru diye tanımladığımız tecrübelerden yoksun bırakacağı.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde bilgisayar diye bir şey yoktu ve bizim büyüklerimiz teknolojiyi sadece Jules Verne’in kitaplarındaki birer hayal olarak gördüler ve bunları bizim jenerasyona yetiştirebilmek için çokça gayret sarfettiler. Belli bir noktaya kadar ulaştılar ve bu uğraşlarını bizim jenerasyona aktarabildiler. Bizim jenerasyonumuz bir dönem manual olarak yaptıkları işleri yaşamlarının yarısından sonra sürekli gelişen teknolojinin içine entegre ettiler ve kendilerinden sonraki jenerasyonu tamamen ve sadece kullanıcı haline getirdiler. Artık teknoloji ile sistemler haline gelen formlar bile sorgulanmaz, sadece doldurulur hale geldi. Hiç bir şeyin içerisindeki aritmetiği, bu sonucun nereden geldiğini, bir excel tablosunun getirdiği sonucun nerelerden, hangi formüllerden oluşup önümüze geldiğini sorgulamaz olduk ve bunun adına da sonuç odaklı çalışma dedik. Hesaplamaları parmakla yapan büyüklerin çocukları olan bizler, yaşamımızın bir bölümünde “ Boncuklu hesap cetveli “ kullanırken, geriye kalan bölümündede önce hesap makinesi, sonrasında da excel tabloları kullanan bir jenerasyon olarak işin aritmetiğini asla unutmamamız ve unutturmamamız gerekirken, kendimizi de, bizden sonraki jenerasyonu da kafamızdan hesap yapamaz hale getirdik ve yapmaya kalktıklarında da onlara “ ne gerek var evladım, kafanı ne yoruyorsun, hesap makinesi var şurada “ dedik. Onlara bu excel gelene kadar, bu hesap makinesi gelene kadar neler çektiğimizi anlatmadık ve teknolojinin gelişiminin hayatlarını kolaylaştırırken rahatlık ve kolaylık getirmenin yanısıra, başka konularda gelişmeleri için kullanabilecekleri zamanıda beraberinde tanıdığını anlatmadık.
Yıl 1991, McDonald’s Türkiye Eğitim Müdürüydüm, Operasyondan da sorumluydum. Bugünlerde liste başı olan multi-task, o zamanlarda da liste sonu değildi anlayacağınız. Yurt dışından ülkemizden sorumlu zat beni aradı ve benden açılacak olan yeni restoran için tahmini P&L ( kar zarar ) tablosu hazırlamamı istedi. Yahu, ben düzünü bilmediğim şeyin tahminisini nasıl yapayım. Tabii ki ben o işlerden anlamam diyemedim ve insiyatifin son dozlarına ulaşmış bir müdür olduğumdan P&L yapım aşamasına geçtim. Bir kaç kişiyle beraber üzerinde çalışıp öğrenmekte zorlandığımız P&L hazırlanışını vakit geçirmeden öğretmeye başladık. Bu örneği bu konunun içine örnek yapan o günlerde excel denilen muhteşem programın ortalarda olmayışıydı. P&L denilen çalışmayı el emeği, göz nuru ile yapıp, sonrada doğruluğundan emin olup formülleyerek Lotus 123 denilen programa yerleştirmemiz gerekiyordu. Bunu ilk hazırlayan ve öğrenenler, sonrasında çıkan excel programı ile formülleyenler şüphesiz ki P&L konusunun her köşesini öğrendiler, ama sonraları bu programlar back office programları içine kaktırılınca bir düğmeye basayım çıksın modası başladı. İşte o gün, bu gündür restoran ve café yöneticileri artık P&L hazırlayıp yönettikleri işletmenin kar ya da zarar durumunu ancak üst kattakilerin isteğine bağlı olarak duyar oldular. Büyük olasılıkla teknolojinin hızlı gelişiminin büyüleyiciliğine kapılan bizim jenerasyon sayımdan P&L e, ürün reçetesinden siparişe her şeyi, sanki zamanı kaçırıyormuşçasına “ Tek tuşta göreyim “ derdine düşmüştü. Artık herşeyin tek tuşla yapıldığı döneme geçmiştik, ama ne sayımlar kağıt üstündeydi, ne siparişler ! Artık her şey küçüklü büyüklü monitörlerin içine sığdırılmış ve bunların içindeki hesaplamaları kendilerine öğretilmediği için bilmeyen yeni çalışanlar sistemler çöktüğünde bilenleri aramaktan başka çare bulamaz olmuşlardı. Bu bilenler zaman içinde ihtiyaca dönüştüklerinin farkına varıp IT departmanları halini aldılar. Bu işin olumlu tarafı tabii ki, çünkü artık kendimiz yapmak yerine onlardan talep ediyorduk ve onlar isteklerimizi programlıyorlar, istediğimiz raporları dizayn ediyorlar, ürün reçetelerini oluşturuyorlardı. Kötü tarafıysa, çalışanlar yükselirken artık bu raporların nereden geldiğini, sorun olduğunda nereye bakmaları gerektiğini bilmez olmuşlardı.
İşte, yeni çalışanların sadece kullanıcı haline getirilmesine bir örnek bu. Artık her şey “ tek tuş döneminde” olduğu için, aldıkları raporun nasıl oluştuğunu anlayamayan, bu yüzden de analiz becerisini kaybeden bir restoran ve café jenerasyonu üretmiş olduk. Oysaki biz “ tek tuşla göreyim “ derdine, sadece onların yapım aşamasında hesaplamalarla hesaplaşmakla zaman kaybetmesini önleyip, kazandıkları zamanı verileri analiz edip işletmelerini geliştirmeleri için kullanmaları için düşmüştük, çünkü biz yaptığımız sayımların sonunda işletmemizin durumunu görebilmek için sabahlara kadar hesap kitap yapmak zorunda kalıyorduk ve bizden sonrakileri bundan kurtarmalıydık. Biz sonuca baktığımızda ters giden şeyi görüyorduk ya, bu yetti bir süre bizlerin yönetmesine. Yazılan kitaplardaki, sunulan eğitimlerdeki “ sonuç odaklılık “ bu değildi, olmamalıydıda.
Bizler, bizden sonraki jenerasyona nasıl yapılacağını öğrettik, hatta bilgisayar ortamına tam geçiş yaptığımız yıllarda bile tüm bu hesaplamaların hem bilgisayar ortamında, hem de el emeği, göz nuru haliyle nasıl yapıldığını anlatmaya devam ettik, ancak ya onlar, ya da onlardan sonrakiler bir sonrakilere kullandıkları tabloların altında yatan formülleri ve o tablolarda yatan rakamların dilini anlatmaz olmuşlardı. Bir süre sonra analiz etme becerilerinide yitiren restoran ve café müdürleri “ sadece operasyona baksınlar yeter “ mantığıyla çalıştırılmaya başladılar. İşte bu mantık restoran ve café sektörünün Türkiye’de benim “ kara çağ “ diye adlandırdığım çağıdır ve bu çağ, “ müdürlerin kağıt işinden uzaklaşsın ve müşteriye yoğunlaşsınlar “ söylemi altına sığınılarak tasarlanmış bir çağdır ve bu çağ ne yazık ki “ Müşteri Odaklı Çalışma Çağı “ olarak adlandırılır bazılarınca. Tabii ki müşteri odaklı olunması doğru bir yaklaşımdır, ama bu doğru durumu insanların eğitimini de keserek yapmaya kalkarsanız Restoran ya da café Müdürleri bugünkü gibi kasiyer ya da şef garson durumunda çakılıp kalırlar ve onları daha yükseklere çıkardığınızda bilgisiz birer operasyon uzmanı halini alırlar. Oysaki restoran ve café sektöründe çağdaşlaşmak, teknoloji kullanma hevesimizin gerçek amacı bu değildi. Tüm isteğimiz, zamanı hızlandırıp bu sektörde yetişen gençlerle birlikte hızlı servis sektörünün doğru biçimde gelişimini sağlamak ve Türkiye’nin markalarını birer Dünya markası haline getirmekti. Eğitim devam etmeliydi, çalışmalar da öyle ! Ancak, pazarlama için harcanan bütçeler arttıkça eğitim için harcanan bütçeler kısıtlandı, hatta tamamen durduruldu. Peki sonra ne oldu ? Ne yazık ki vücut olarak büyüyen ve gelişen hızlı servis sektörümüz, ne yazık ki zihinsel olarak gelişemedi. Serpildi, büyüdü, ama akıl yaşı olarak ne yazık ki geride kaldı. Bunda bazı para avcılarının ve sektörün koruyucusu olan bazı derneklerin hatası yok mu, var tabii. Bu zihinsel özürlü çocuğu gaza getirip, oburlaştırıp büyümesini hızlandırdılar. Para kazananlar oldu sektörün içinde, ama hiç birisi henüz Dünya markası olmadı, çünkü yurt dışında şube açmakla Dünya markası olunmuyor, sadece beden değiştiriliyor. Bizim zihinsel özürlü çocuğun biraz boyu uzuyor, bedeni büyüyor, hepsi bu !
Peki jenerasyon farklılıkları ile başlayıp size neden bunları anlattım. Öncelikle şunu söylemeliyim; Markalar marka insanlar üretmeye devam etmedikçe Dünya markası olmaları birer hayal ürünüdür ve hep söylemde kalır. Markalar marka insanlar üretmeye başladığında zaten uluslararası olmaya başlamışlar demektir, çünkü araştıran, yenilikçi birer marka temsilcisi olurlar zaman içinde. Markalar doğru eğitim yatırımlarıyla geliştirdikleri insanları ile beraber büyüyebildikleri sürece zihinsel özürlülük kaygıları ortadan kalkacaktır.
Gelelim Jenerasyon farklılığı konusuna; Birbirimizi dinlemediğimiz için anlamıyoruz aslında. Benim inancım gençliğin dinamizmi ile olgunluğun tecrübesi bir araya gelebildiğinde başarılı sonuçlar elde edilebileceği yönünde. Bu yazıyı yazmak aklına nereden geldi diye soranlarınız varsa söyleyeyim; Bugün bir eğitimim sırasında kendi işinin patron olan biri “ şimdiki gençlerle çalışmak çok zor, anlatıyorsun, anlamıyorlar “ dedi ve “ çalışmak, disiplinli çalışmak istemiyorlar, birazda tembeller aslında “ diye ekledi. Oysa ki onun anlayamadığı bir şey vardı, o da kendini ifade edemediğiydi! Biz uzaylı, yeni çalışanlar Dünyalı mı ya da tam tersi mi ? Biz olgunların çok gerilerde bıraktığı bir şey var; Gençliğimiz. Belki onun neler yaptığını hatırlarsak, bugünün gençliğine kendimizi ifade etmekte hiç ama hiç zorlanmayacağız ve işler yoluna girecek. Onlara kullanamadığımız teknolojiyi neden kullanamadığımızı, ancak onların kullanabilmesi için bir takım gayretlerde bulunduğumuzu anlatabilirsek onlarla bizden öncekilerle arasında sağlam bir köprü kurabileceğiz ve işte o zaman onlar geçmişi, bizde geleceği daha iyi anlayabileceğiz. Sonrası kolay ! Birlikte geleceğe güvenle yürüyüp bu sektörü geliştirebileceğiz ve onlardan sonrakilere severek ve gurur duyarak çalışabilecekleri bir sektör bırakacağız. Böylece bu bedensel büyümeye zihinsel büyümede katılmış olacak.
Masalların sonu hep “ onlar ermiş muradına “ diye biter ya, bu hikayeyi de böyle bitirelim ki gençler muradına erebilsin ve sektörde anlamlı biçimde kariyerlerini yapabilsinler.
Kalın sağlıcakla