“Değişim Mümkün ve Zorunlu” Diyenler 12-13 Kasım’da İklim Forumunda Buluştu
İklim Forumuna katılım sağlayamamış olsam da bir vesile ile ne düşündüğümü yazmamı istediler. Ben de bildiğim ve sosyal medyadan gördüğüm kadarı ile ilk günü şöyle paylaştım. Ayrıntılı bilgi için özellikle www.iklimicin.org adresine bakılabilir. Ayrıca www.G20climate.com adresi kıssadan hisse olabilir...
“Değişim Mümkün ve Zorunlu” Diyenler 12-13 Kasım’da İklim Forumunda Buluştu
Arif Cem Gündoğan
Dünyanın gözü tarihin belki de en kritik iklim değişikliği zirvesi niteliğinde, 30 Kasım-11 Aralık tarihinde Paris’te gerçekleşecek olan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) 21. Taraflar Konferansı’nın (COP21) üzerinde... İklim değişikliğine dair yeni bir politika rejiminin şekillendirileceği Paris’e giden yolda 15-16 Kasım’da Antalya’da Türkiye dönem başkanlığında toplanacak G20 zirvesinden de beklentiler var. G20 zirvesi öncesinde Küresel seragazı salımlarının yaklaşık dörtte üçünden sorumlu olan G20 ülkelerinin temsilcilerine fosil yakıt sübvansiyonlarına sağlanan destekleri keseceklerine dair 2009 yılında verdikleri sözü tutmadıkları hatırlatılıyor ve G20 gündeminde iklim değişikliğinin ekonomiye etkilerini konuşurken Paris’e olumlu sinyaller gönderebilecek örnek olabilecek kararlar alınması bekleniyor.
Türkiye’de gerçekleşecek G20 zirvesine günler kala düzenlenen “İklim Forumu” kapsamında Türkiye’den ve dünyanın çeşitli ülkelerinden sivil toplum örgütleri, girişimler, sosyal hareketler, aktivistler ve akademisyenler iklim değişikliği ile mücadelede COP21 ve G20’den beklentileri ifade etmek ve yeni çözüm önerileri geliştirmek için bir araya geldi. Boğaziçi Üniversitesi en sahipliğinde ve İklim İçin oluşumu organizatörlüğünde düzenlenen forumda 60’tan fazla oturum, 150’ye yakın konuşmacı yer alıyor. Oturumları düzenleyen kuruluşlar arasında yalnızca çevre örgütleri yok; emek hareketlerinden LGBT hareketlerine çok çeşitli sosyal kesimler temsil ediliyor. Forum bu çeşitliliği ile Türkiye’de bir ilk olma özelliğine sahip ve gönderilen mesaj açık: “iklim değişikliği herkesin meselesi” ve tüm hak temelli mücadelelerle kesişen, etkileşen bir konu.
Neyin pahasına büyüyoruz?
Forumun ilk gününden en çarpıcı ifadeleri paylaşmak gerekirse… Açılış konuşmacılarından Stephan Kretzman (International Oil Change) G20 liderlerinin fosil yakıt teşviklerini sona erdirmek için verdikleri sözü tutmadıklarının altını çizerek iklim değişikliği ile mücadelede samimi olunması gerektiğini ifade etti. Bir diğer açılış konuşmacısı Bill McKibben (350.org) Türkiye’nin kömüre yönelen enerji politikasının iklim değişikliği ile mücadeleyi imkânsız kıldığını belirtti ve yenilenebilir enerjiye geçişin öncelik haline gelmesini temenni etti. Herkesin merakla beklediği konuşmacı Jeffrey Sachs (Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri Ağı) Paris’teki zirvenin insanlık için belki de son şans olduğunu vurgulayarak, hükümetleri bu alarma kulak vermeye çağırdı.
Açılış konuşmalarından sonraki oturumların çeşitliliği konuşulan her şeyi takip etmeyi zorlaştırsa da sosyal medyada öne çıkan bazı konuşmacılar ve sözlerinden bahsetmek mühim... Fikret Adaman (Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü) ne pahasına olursa olsun büyümeyi savunan bir anlayışın sosyal ve ekolojik yıkımlara, adaletsizliğe ve eşitsizliklere yol açtığını söyledi. Adaman, fetiş haline gelen büyüme kavramının sorgulanması gerektiğini belirterek bazı ülkelerin planlı ekonomik küçülmeyi (degrowth) tartışmaya açtığını ifade etti. Son dönemde Türkiye’nin iklim değişikliği hedeflerine dair en kritik çalışmayı (Bknz. Türkiye için Düşük Karbonlu Kalkınma Yolları ve Öncelikleri Raporu, 2015) yapan ekipte olan Erinç Yeldan (Bilkent Üniversitesi Ekonomi Bölümü) Türkiye’nin şimdiye dek iki kez kaçırdığı sanayi devrimini hatırlatarak, yenilenebilir enerjiye dayalı üçüncü sanayi devrimi trenini kaçırmaması gerektiğini belirtti. En merak edilen konuşmacılardan birisi olan Ovacık Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğu ise sosyal belediyeciliğin ve halkın kendisi ve çevresi ile ilgili kararların yapım sürecinin öneminden bahsetti.
Kömüre dur demek
İklim forumunda kömür ve termik santral meseleleri de sıkça gündeme geliyor. “Termik santrallerle yaşamak istemiyoruz” şeklinde konuşan katılımcılar “kalkınmanın nasıl olduğunu ve neye mal olduğunun” sorgulanması gerektiğini ifade ediyor. İklim Forumunun hemen öncesinde Türkiye’den 23 akademisyenin imzasıyla yayımlanan “Kömüre Dur” çağrısının da benzer şekilde Türkiye'nin kömüre dayalı enerji politikalarından vazgeçmesi gerektiğini anlatan bir bildiri olarak kayda geçtiğini belirtmekte fayda var. Devlet teşvikleri ile desteklenen kömür santrallerinin halk sağlığı, çevre kirliliği, iklim değişikliği ve bağlantılı ekonomik kayıplar gibi zararları olduğunu belirten akademisyenler, buna son verilmesi için çağrılarını forumda da yinelediler.
Forumun (sosyal medyadan da anlaşılabileceği üzere) en çok ilgi gören oturumlarından birisi de iklim ve siyaset üzerine olandı. Milletvekilleri ve siyasetçilerin katılım sağladığı oturum özeleştirilere sahne oldu: “Çevre konusunda en son konuşacaklar siyasetçiler aslında, siyaset çevreyi kirletiyor”. Yerel yönetişim ve halkın karar verme mekanizmalarına katılımı öne çıkan öneriler olurken medya, siyaset ve sermaye arasındaki ilişkiler ağının dikkatle incelenmesi gerektiği, aksi halde yanıltıcı ve manipüle edici olabileceği konuşulanlar arasındaydı. Anayasanın ekolojik olabilmesi için odağında insanın değil yaşamın olması gerektiği belirtilirken, kalkınma adına yapılan projelerin yol açtığı ekolojik yıkım, ardından kırsaldan kente göç, ucuz emekçiliğe mahkumiyet ve işçi ölümleri arasındaki bağların daha yüksek sesle tartışıldı.
Korkutan sinyaller
İklim Forumunda bunlar olurken küresel sıcaklık ortalaması ilk defa 1850-1900 dönemi ortalamasının 1 santigrat derece üstüne çıktı. Son buzul çağı ve sanayi devrimi öncesindeki ortalama sıcaklıklar arasındaki farkın 1 derecenin altında olduğu düşünülecek olursa bu oldukça ürkütücü bir gelişme… İnsan kaynaklı iklim değişikliğinde en fazla rolü olan CO2’in atmosferdeki toplam miktarı geleceğimizin nasıl olacağına da ışık tutmakta aslında… Birleşmiş Milletler müzakere sürecinde görece güvenli olarak benimsenen ve hedef olarak belirlenmiş sıcaklık artışını 2 santigrat derecenin altında tutma hedefinin yakalanması için ülkelerin yapması gerekenleri yapmadığını gözlemlemekteyiz. Paris anlaşması kapsamında ülkelerin sunduğu iklim hedefleri dikkate alındığında bile önümüzdeki yüzyılın sonunda sıcaklıkların sanayi öncesi dönemin 2.7 santigrat derece ya da 3.5 santigrat derece üstüne çıkmasıyla sonuçlanacağı hesap ediliyor. Bunun anlamı şu: iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinde belki de belirli sosyal kesimlerin mücadele edebilme kapasitesinin çok üzerinde maruz kalacağız. Ulaşılması muamma olan 2 santigrat derece hedefinin ancak küresel salımların yüzyıl ortasında 2010’a göre % 40-70 oranında azaltılması; yüzyıl sonunda da sıfır ya da negatif salıma ulaşılması halinde ulaşılabilir olduğunu göz önüne alırsak yaşanabilir bir geleceği kurmanın çok gerisinde olduğumuzu söyleyebiliriz.
Enerjide geçiş süreci
Öte yandan bazı olumlu değişimler gözlemleniyor. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) Enerji Görünümü 2015 raporunda tarihin en büyük fosil yakıt enerji talebinin sonuna yaklaştığımızı görüyoruz. Çin’in kömür kullanımı beklenenden beş yıl önce tepe noktasına çıkmış durumda. Kömür sektörü için kötü olan bu haber iklim değişikliği açısından ümit verici. Çin’in yenilenebilir kapasitesi yakında Avrupa Birliği ve ABD’nin toplam kapasitesini geçmiş olacak. Kısaca, küresel enerji politikalarında bir geçiş süreci söz konusu. Tabii bunları kaydederken G20 ülkelerinin her yıl kişi başına 1.000 USD sübvansiyon verdiğini unutmamak gerekiyor. Dünyada her yıl 1 trilyon USD’den fazla bir kamu kaynağı fosil yakıt sübvansiyonlarına harcanmakta… Dışsal etki olarak görülen halk sağlığı, çevre kirliliği, iklim değişikliği gibi olumsuz sonuçların maliyete dâhil edilmesi halinde fatura 5.3 trilyon USD’ye çıkıyor. İklim Forumunda ve dahi G20’nin sivil toplum kanadı olan C20 zirvesinde fosil yakıt sübvansiyonları ve kömür meselesinin bu kadar çok vurgulanması tam da bu yüzden. Hatırlanacağı üzere C20 sonuç deklarasyonunda G20 liderlerinden ekonomilerin karbonsuzlaştırılmasını (dekarbonizasyon) nihai hedef olarak kabul etmeleri beklendiği ifade edilmekteydi. İklim Forumunun ve C20’nin ortak beklentisi enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji kalkınmanın odağında olması…
Bütün yollar Paris’e mi?
Paris’e doğru giderken yeni bir iklim anlaşması için ana hatlar yavaş yavaş belirgin hale geliyor. 2009 yılında gerçekleşen Kopenhag zirvesi başarısızlıkla sonuçlanmıştı ve aynı hataların tekrarlama lüksü İklim Forumuna katılan akademisyenlere göre bu sefer yok. Paris’te küresel iklim politikasının kritik bir eşikte olacağın defalarca yinelenmiş bir gerçek. Kopenhag zirvesinden bu yana devam eden müzakere sürecinin yeni bir anlaşma ile sonuçlanıp sonuçlanmayacağı önemli olsa da anlaşmanın niteliği daha kritik öneme sahip olacak. Bu eksende Paris’teki zirvenin başarısı adil, bağlayıcı ve iddialı hedefleri içermesine bağlı durumda… Paris anlaşmasıyla yeni bir iklim rejimi oluşacağını söylemek yanlış olmaz. Şimdiye kadar süregelen rejim yukarıdan aşağıya bir yapı üstüne kurulmuş ve Çerçeve Sözleşme + Kyoto Protokolü’ne dayanıyorken Paris’te bu sistemin aşağıdan yukarıya olacak şekilde, bağlayıcılığı olmayan daha esnek bir yapıya dönüştüğü gözlemlenebilir. Ancak devletlerin ayrı ayrı kendi ulusal koşullarına göre belirleyecekleri, hukuken bağlayıcılığı olmayan iklim değişikliği mücadele tedbirlerinin yeni bir anlaşma altında toplanmasına dayalı bu yeni düzenin iklim krizine yanıt olmayacağı üzerine pek çok çalışma bulgusu var.
Aslında bütün umutları Paris’e bağlamak yanlış olacaktır. Sivil toplum, özel sektör, yerel yönetimler ve hemen her kesimin üzerine düşen roller mevcut. Paris sonrası gerçekleştirilecek Dünya Ekonomik Forumu, G7, G20 zirvelerinin ajandalarına iklim problemini yerleştirmek ve tedbirlerin arttırılması için baskı yapmaya devam etmek gerekiyor. İklim Forumunun devamlılığı bu bağlamda oldukça önemli... Benzer şekilde Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri (SDGs) ve Afet Riski Azaltımı için Sendai Eylem Çerçevesi gündemlerinde de iklim tartışmasını ve mücadelesini canlı tutmak gerekli. Paris’ten ne çıkarsa çıksın pes etme lüksümüz yok zira vakit geçtikçe belirli sosyo-ekonomik kesimleri ve canlı türlerini, yaşam alanlarını mücadele edemeyecekleri olumsuz etkilerle baş başa bırakmış olacağız.
Türkiye resmin neresinde?
Türkiye bu resmin neresinde? Türkiye Paris yolunda iklim hedeflerini içeren Ulusal Katkı Niyet Beyanı (INDC) dokümanını teslim tarihine sadece bir gün kala sekretarya ile paylaştı. Hedefini 2030 yılında baz (referans) senaryoda öngörülen artıştan %21 azaltım şeklinde belirleyen Türkiye azaltım bir yana toplam sera gazı salımını kabaca ikiye katlayacağını öngörmekte. Doküman incelendiğinde nicel hedeflerin azlığı dikkati çekiyor. Sektörler altında sıralanan tedbirlerin çoğunluğu zaten önceden resmi strateji belgelerini girmiş, herhangi bir ek çaba öngörmeyen veya daha kötüsü öncekilerle çelişen yapıya sahip. Örnek vermek gerekirse 5. Ulusal Bildirim kapsamında belirtilen 2023 yılı itibari ile rüzgâr enerjisi kurulu gücünün 20 GW’a çıkarılması ve INDC’de belirtilen 2030 yılı itibari ile 16GW’a çıkarma hedefleri birbiri ile açıkça çelişiyor. İklim değişikliğinden yüksek derecede etkilenecek Akdeniz ülkeleri arasında yer alan Türkiye INDC’sinde uyum konusuna hiç yer vermedi. OECD ve G20 üyesi olan Türkiye’nin iklim değişikliği problemindeki sorumluluğu ise giderek artmakta. Türkiye’de kişi başına düşen salım miktarının 2030’ta pek çok devi (Çin, Hindistan, ABD, AB) geride bırakacağını belirtmek gerekli. Müzakerelerde sorumluluk üstlenmeden finansman talep edebilecek bir konumdan oldukça uzaklaşmış durumdayız. Türkiye’nin düşük karbonlu bir ekonomiye geçiş için çıtayı mümkün olan tüm aktörlerden destek alarak yükseltmesi gerekiyor. Bu noktada sıkça yinelendiği gibi daha katılımcı, daha dâhil edici, daha şeffaf bir iklim değişikliği politika yapım sürecine ve yönetişimine ihtiyaç var. Sorunun değil çözümün bir parçası olmak istiyorsak bunu başarmalıyız.