Geri kalmışlık hissi ve şefkatsiz telaş

Geri kalmışlık hissi ve şefkatsiz telaş

Merhaba sevgili okuyucu,

Kırk yaşında tıp fakültesine başlamak isteyen adama, arkadaşları, “yahu altı yıl sonra okulu bitirdiğinde kırk altı yaşında olacaksın, ne gerek var?” diye çıkıştığında adam şakayla karışık yanıt verir:

“Tıp okumasam da altı yıl sonra kırk altı yaşında olacağım.”

Sanki ortak bir zaman çizelgesiyle doğmuşuz gibi her şeyin bir yaşı olduğuna inanırız.

Oysa hepimiz kendi eşsiz hikayemizi yaşarız.

--

Adam Phillips’e göre, şimdiye dek hayata çoktan yerleşmiş olmamız gerektiğine dair inancımız, yetişkin narsisizminden kaynaklanır.

Psikanalist, çocukların, olasılıklar arasında gezinen seyyahlar olduğunu söyler.

Yetişkinler ise durmayı ve bulunduğu yerin en iyisi olduğuna inanmayı diler.

Çocuğun arzusu çocukluktan çıkmaktır, yetişkinin arzusu ise değişim isteğinden kurtulmak.

--

Tarih boyunca, hızlı bir başlangıç yapıp erken uzmanlaşmak en iyi gelişim stratejisiydi. Çünkü her şey uzun süre aynıydı; kurallar bariz, işler tekrara dayalı ve geri bildirimler düzenliydi.

Kendimizi karşılaştırdığımız herkes benzer hayatı yaşar, erken evlenir, erken torun sahibi olurdu.

True Detective dizisinde sanatçı veya tarihçi olabilecekken polis olmayı seçen ve artık dönemeyen Rust Cohle’un dediği gibi, hayat, tek bir konuda uzmanlaşmak için bile kısa sayılırdı.

Yanlış bir seçimde zaman kaybetmek, geri dönüşü olmayan bir hata olurdu.

--

Oysa bugün her şey çok farklı.

David Epstein’ın kitabı Çok Yönlü’de gösterdiği gibi, günümüzde farklı konularla ilgilenerek kariyer tercihini geciktirenler, hem daha çok yaratıcılık sergiliyor, hem de değişen dünyaya daha iyi uyum sağlıyor.

Birçok insan, kırklı, ellili, altmışlı yaşlardan sonra inanılmaz dönüşümler gerçekleştiriyor. Erken uzmanlaşmış kişiler de, daha bilge oldukları yaşamlarının ikinci yarısında, benliklerine daha uygun rollere ve projelere atılıyor.

O zaman neden geride kalmanın acısını her geçen gün daha ağır hissediyoruz?

--

ŞEFKATSİZ TELAŞ

Epstein’e göre dünya o kadar hızlı değişir ki, uzun dönemli planlara sadık kalmak, aslında tasavvur edemediğimiz bir dünyada bilemeyeceğimiz bir rolü seçmek ve mutsuz olsak bile ona tutunmak anlamına gelir.

Bunun yerine mümkün olduğunca ağırdan alıp, kısık ateşte pişip, kendimizi çok yönlü bir şekilde geliştirmemizi önerir.

Ama bir düşmanımız var: Sosyal medyanın körüklediği şefkatsiz telaş.

--

Yetiştirilme tarzımıza bağlı olarak, içten içe başkalarının sevgisine layık olmak için bir şeyler başarmamız gerektiğine inanabiliriz.

Daha da zoru, kendi sevgimize ve saygımıza layık olmak için bir şeyler başarmak zorunda hissedebiliriz.

Kendine benzer en çok 150 kişiyle sosyalleşmek için evrilmiş bizler, sosyal medyada milyarlarca insanın başarısızlıkları gizlenmiş en harika halleriyle karşılaşınca şefkatsiz bir telaşa sürüklenebiliriz.

--

Nedir şefkatsiz telaş?

Ne olduğumuza değil de, ne olmadığımıza o kadar odaklanırız ki, verdiğimiz savaşları, artan bilinçliliğimizi, gelişen yeteneklerimizi, altından çıktığımız enkazları, üstümüzden attığımız yükleri, yıllar sonra itiraf edip yüzleştiklerimizi, yaralarımızı, sabrettiklerimizi, katlandıklarımızı, yani kendi hikayemizi görmezden geliriz.

Sanki herkes için geçerli bir zaman çizelgesi varmış gibi hisseder; hayatımızın en bilge, en güçlü, en cesur döneminde olmamıza rağmen gitmek istediğimiz yola “ne gerek var?” deriz.

--

Oysa her birimizin hikayesi başka ve hayatımız doğrusal değil. Bizler, A noktasından B noktasına giden araçlar değiliz. Daha çok, genişleyen evren gibiyiz.

Kendimize telaşla değil de şefkatle baktığımızda, hem çocuk seyyahlığımızın hem yetişkin bilgeliğimizin farkına vardığımızda, dünya ne kadar değişirse değişsin, nereye gitmemiz gerektiğini de biliriz.

1800’lü yıllardan kalma bir şiirde yazdığı gibi:

O yıldızı gördüysen, görmemezlik edemezsin bir daha;

Olabileceğin kişi olmak için geç değil hala.

 

Kaynaklar:

  • Adam Phillips - Kaçırdıklarımız
  • Nic Pizzolatto - True Detective
  • David Epstein - Çok Yönlü
  • Adelaide Anne Procter - A Legend of Provence

-- 

BİR ŞARKI

Instagram'da bu haftanın konusu "Geç kalmışlık hissi" diye yazdığımda Artun hemen mesaj attı "Ne Zaman Gitti Tren, şarkısını da linke eklersin artık" diye. Tuhaf olan, gerçekten de linklere eklemiştim, fotoğrafını gösterdim, ikimiz de güldük. :)

Bir kısa film hayattan kalan

Oyuncu olsan yönetmen olsan

Gördüklerini unutmuş olsan

Yaşamak bazen sabır ister

Ne zaman gitti tren?

Bir ben kaldım bir de gölgem

Saatim mi geri kalmış, bilmem

Ne zaman gitti tren?

Bir rüzgara kapıldık biz

Yelkenler delik deşik

Acıktık bir anda acıya

Bir rüzgara kapıldık biz

--

KENDİME NOTLAR

Küçükken ne olmak istediğim sorulduğunda, genellikle iş adamı derdim. Ne yaptıklarını bile bilmezdim; tek bildiğim ellerinde taşıdıkları, şu banka kasasını açıyormuşsun gibi hissettiren yuvarlak şifreleri olan çantaları olduğu ve ajan gibi giyindikleriydi.

Orta okulda ise notlarıma güvenip işletme mühendisi olmak istiyordum çünkü en yüksek puan oydu ve ne olduğu konusunda hiçbir fikrim yoktu - hala yok.

Lisede, hem ergenlik ve kimlik bunalımı, hem de sosyal anksiyetemin yoğunlaşmasıyla hayattan geri çekildim ve pek umursamadım. Felsefe istiyordum ama ailem para kazanamayacağımı söylüyordu. Ben de çok diretmedim ve işletme okudum. Tek bir anını bile sevmedim, okula nadir gittim,  neredeyse hiç arkadaş edinemedim ve iki üniversitede geçen yedi seneden sonra lisansı bitirdiğimde bile aslında bölümle ilgili hiçbir şey bilmiyordum.

Bölümümle ilgili bir işte çalışmadım. Aslında İngilizcem de vardı ve uğraşsaydım bankalarda vs bir iş bulabilirdim ama bana ölüm gibi geliyordu.  Bir ara İngilizce gerektiren bir Call Center’da çalıştım, sonra İngilizce kursunda öğrenci danışmanlığı yaptım. Bir noktada (Artık nedenlerini kitapta okursun :) bir seçim yapmam gerekti ve tek bir meslek sahibi olmaktansa aynı anda birçok şeyi yapmaya ve hangisi tutarsa o doğrultuda gitmeye karar verdim.

Sosyal medya danışmanlığı, İngilizce özel ders, web sitesi tasarımı, çeviri, metin yazarlığını aynı anda yaptım. Asıl amacım az stresli işlerde uzun saatler çalışmak ve bir yandan da ilgili olduğum konularda öğrenebileceğim kadar şey öğrenmekti. 

Mesleğim olmadığı için çok utandığım da oldu, evden çalışmanın bilinmediği o dönemlerde misafirler geldiğinde işe gitme numarasıyla cafelerde gizlendiğim de.

Sonra sosyal medyada karar kıldım ve Esra ile birlikte Sociabrand’i açtık. Ardından aramıza kardeşim Özge katıldı.

Bir yandan da okuduğum psikoloji ve felsefe kitap ve makalelerden derlediklerimi Huzursuz Beyin’de paylaşmaya başladım

Eğer kendimi "illa yazar olacağım" diye baskılasaydım muhtemelen bırakırdım. Hiçbir hayale kapılmadan, umut etmeden ama umutsuzluğa da düşmeden neredeyse her gün yazarak kendimi geliştirmeye çalıştım. Giderek daha fazla kişiye ulaştım ve geçtiğimiz sene dokuz farklı yayınevinden kitap yazmam için teklif aldım. Aklıma ve fikirlerime en uygun olanı kabul ettim.

Ve önümüzdeki dönem için başka planlarım var. Yurt içi ve yurt dışında hayat koçluğu eğitimlerini araştırıyorum. İçimden bir ses bunu çok iyi yapabileceğimi söylüyor. Son dört senede insan beyni, esneklik ve potansiyeli ile ilgili o kadar çok şey okudum ki, bunu pratiğe de dökmek istiyorum. Bir başka özel nedeni daha var; başta Oliver Sacks ve Irvin Yalom olmak üzere, hayran olduğum bilim/psikoloji yazarları danışanlarıyla kişilerarası deneyimlerden muazzam bilgelik çıkarmış ve deneyimlerini dürüstçe ve ustaca öyküleştirmiş insanlar. Ölmeden önce bunu deneyimlemek istiyorum.

Aslında psikoloji okumak isterdim ama Bodrum’dan en yakın üniversiteye gitmek saatler sürüyor. Bir de günümüzde psikoterapist - danışan ilişkisinin fazla mekanikleştiğini ve politik doğruculuğa kaydığını düşünüyorum. (aslına bakarsanız danışan sözcüğünden de pek hazzetmiyorum.) Ardındaki etik nedenlerin gerekliliklerini anlamakla beraber, Ellis’lerin, Yalom’ların eski usul daha sıcak ilişkilerini tercih ederdim sanırım. (Bülteni okuyan birçok psikoterapist olduğunu biliyorum, düşüncelerini benimle paylaşırlarsa ve yol gösterirlerse şükran duyarım.)

Üstelik elli yaşında ve altmış yaşında ne yapacağım bilmiyorum. Bir yandan çocuklar için bir şey yapmak istiyorum, interaktif bir kitap gibi, çünkü onların hayran olabilme ve etkilenebilme kapasitelerine bayılıyorum. Ama bunun için biraz daha olgunlaşmam lazım.

Bakalım, eğer maddi ve manevi olarak düşündüklerimi gerçekleştirebilirsem, bülteni genişletmeyi, o projelendirdiğim “Ruh Gıdası” bölümlerini de eklemeyi istiyorum.

Elbette yarının ne getireceğini kimse bilemez, belki daha eğlenceli meslekler çıkar :)

--

WHATSAPP GÜNLERİ

Bu hafta da fırsat buldukça okuyucularla whatsapp üzerinden yüz yüze görüşme gerçekleştirdim.

Aylin'le sanat terapisi, sezgisellik, eşinin benim gibi her şeye bilimsel yönden bakması, Ruh Gıdasını ve Black Books dizisindeki bana benzeyen karakter hakkında konuştuk. Tasarımlar hakkında tavsiyelerde bulundu, ben de bülteni bu haliyle sabahın köründe zor yetiştirdiğimi söyledim. :)

Tevfik Bey'le ölümden, intihardan, ötanazi hakkından, farklı siyasi mahallelere ulaşabilme yöntemlerinden, felsefeye yönelik artan ilgiden, psikolojinin ne kadar bilim sayılabileceğinden konuştuk. Benim için çok faydalı bir sohbet oldu.

Vesile ile neden illa bilmek zorunda hissettiğimizden, gerçekten bir özümüz olup olmadığından, içsel değerlerimizden konuştuk. Bir insanın tatilini daha da fena baltalayamazdım heralde :)

Önümüzdeki günlerde fırsat buldukça yüz yüze görüşmelere devam edeceğim. Eğer sen de görüşmek istiyorsan, formu doldurabilirsin:  

GÖRÜŞME TALEP FORMU

--

TEST: ÖZ ŞEFKAT ÖLÇEĞİ

Bu hafta 12 sorudan oluşan öz şefkat ölçeği var. Bu test sayesinde kendinize karşı ne kadar şefkatli olup olmadığınızı öğrenebilirsiniz.

Testin başında açıklaması ve puanlaması bulunuyor, dileyen okuyucularım bu puanlama sistemine göre puanlayabilirler.

Klasik uyarı: Bu ölçekler tek başlarına bir şey ifade etmeyebilirler. Buraya koyma nedenim bir sonuca varmaktan ziyade kendiniz için içgörü kazanmanız.

YAZI VE ANKET

Bu haftanın yazı konusu: Kendinizi hayata karşı geç kalmış hissettiğiniz bir dönem oldu mu? Kendinizi kimlerle karşılaştırdınız? Sonucu ne oldu, neler deneyimlediniz?

Bu haftanın anket konusu: Geç kalmışlık duygusu ile ilgili önerebileceğiniz kitap, dizi, film, şarkı veya diğer sanat eserleri neler?

TESTE VE ÇALIŞMAYA KATIL

--

SPONSOR OLMAK VEYA İŞBİRLİĞİ YAPMAK İSTER MİSİNİZ?  Eğer Huzursuz Bülten’e sponsor olmak veya Huzursuz Beyin ile işbirliği yapmak isterseniz detayları konuşmak için Özge’ye ulaşabilirsiniz:

Eposta: ozge@sociabrand.com

Telefon/Whatsapp: 555 416 03 69

Sponsorluk hakkında bilgi almak istiyorum.

--


OKUYUCU SORUSU

Yasemin Hanım sordu:

Merhaba Huzursuz,

En çok merak ettiğim şey, insan 35-40 yaşları arasında genelde bir arayışa giriyor. Genellikle hayatına anlam katma amaçlı oluyor bu durum. Böyle bir dönemdeyken nasıl adım atılmalı?

--

Aslında günümüzde elli yaşında da, altmış yaşında da, yetmiş yaşında da farklı nedenlerden ötürü anlam arayışına giriyoruz. Çünkü bugünkü hayat, kaç yaşında olursak olalım bize farklı yollardan kendimizi ifade etme yöntemleri sunuyor.

Artık kavşak noktalarımız çok fazla; evlendikten sonra, işten ayrıldıktan sonra, boşandıktan sonra, çocuk sahibi olduktan sonra, torun sahibi olduktan sonra, emekliye ayrıldıktan sonra kendimizi bir tür anlam arayışında bulabiliyoruz.

Ancak sorun şu; hayat, bir yandan bize seçenekler sunuyorken, bir yandan da bizi bu seçeneklerle boğuyor. Bugünkü yazıda belirttiğim gibi; çok uzun vadeli planlar yapmak yerine makul seçenekler arasında deneme yanılma yapmak ve hangisinin iyi geldiğini görmek faydalı olabilir. Örneğin Epstein haftanın bir iki gününü farklı denemelere ayırmamızı öneriyor.

Daha ayrıntılı bilgi için üç kitabı özellikle öneririm:

1. Viktor E. Frankl:  İnsanın Anlam Arayışı

2. Barry Schwartz – Bolluk Paradoksu

3. David Epstein - Çok Yönlü

SORUN VARSA BURAYA YAZABİLİRSİN

--

GEÇEN HAFTADAN MESAJLAR VE KİTAP LİSTESİ

Geçen haftanın yazı konusu şuydu: İlişkilerinizde kendinizi gerçekleştirme veya kendinizi baskılama konusunda nasıl deneyimler yaşadınız?

Gelen yanıtlardan bazıları:

Tuğçe Hanım:

Şuan 32 yaşımdayım ve çocukluğumdan erken yetişkinliğimin ortalarına kadar uzunca bir süre hem hayata hem de ailemin her bir üyesine çok öfkeliydim. Öfkemi çok uzun bir süre etkin bir şekilde dile getiremedim. Bu yüzden sorunlu addedildim ve kendimi de anormal hissediyordum. Geriye dönüp baktığımda hayatımda en yoğun hissettiğim duygu öfke olmuş. Bu kadar öfkenin sebebi manevi ihtiyaçlarımın karşılanmamasıydı; anlaşılamamak, görülmemek, takdir görmemek, değerli hissedememek gibi...Ama bunları farketmek de çok zamanımı aldı. Öfkemi idrak edebildiğim de kendimi sakinleştirebildim ancak hala öfkemi dile getirme konusunda etkin değildim fazlasıyla tepkiseldim bu da sosyal ilişkilerimi çok zorlastırıyordu. Bu konunun üzerine gitmekten hiç vazgeçmedim. Hem psikolojik danışmanlık aldım hem de konuyla ilgili kitaplar okudum. "Öfke Dansı" da bunlardan biriydi ve beni olumlu anlamda inanılmaz etkiledi. Şuan işler daha bir yolunda:) artık eskisi kadar öfkelenmiyorum ve öfkemi daha doğru bir şekilde ifade edebiliyorum. Kendimi rahatlamış hafiflemiş hissediyorum. Bu haftanın bülteni de bana ayna tutmuş oldu başımdan neler geçmiş ve ne kadar yol almışım onu gösterdi.

Naz Hanım:

Belki çocukluğa dair, bir şeydir o yüzden ilk onunla başlamak istiyorum. 3-4 yaşlarında evde akşam saatlerinde, ev karanlıkken benden 3 yaş büyük ablam odalardan çıkıp çıkıp beni korkuturdu. Bu beni çok öfkelendirirdi ve kardeşler arasındaki ilişkiye müdahale etmeyen annem ve babamın bu konuda bir şey yapmasını beklerdim. Biraz karanlık korkusuyla, biraz kendini savunma dürtüsüyle bu öfke yıllar içinde biraz daha büyüdü. Çabuk sinirlenebilen, her an tartışabilen, türlü travmalara sahip; anne ve babaya sahip olmam beni öfke konusunda her zaman endişelendirdi. Onlar gibi olmak istemedim. Kavgalardan kaçtım, büyük seslerden rahatsız oldum, kulaklarımı kapattım. Zamanla başıma gelen, yaşadığım her olayı öfkelenerek çözme dürtüsüne sahip olmaya başladım. Okulda tartışma yaşadığım, bana dokunmasını istemediğim arkadaşıma sinirlenip tekme atmaya başladım. Fiziksel güçle kendimi koruduğuma inandım. Bir süre sonra insanlar benden kaçmaya başladı. Üstüne zorlu bir ergenlik dönemi geçirdim. Sinirlenip kapıları vurup çıktım, bir şeyleri, birilerini kırdım. Sonra üniversite hayatımda ailemden kayıplarla başladı, annem rahatsızlandı, uzun süren ilişkim aniden sona erdi ve ben ansızın "durmak" zorunda kaldım. Okul bitti, işe başladım. Hayatıma benden çok daha sakin biri girdi. Ben aslında kendimde eksik olan birine ilgi duymaya başladım. En zor olayı bile sakinlikle kontrol edebilen, an'lık farkındalığı yüksek biri. Zamanla öfkemin benim üzerimdeki ağırlığını fark edip, aslında ne kadar basit şeylere öfkelendiğimi hatırlattı. Başta tabiki de reddettim :) (önce daima inkar) Sonra ben de kabul ettim. Şimdi sinirlenmeye başlayacağımı hissettiğim her an önce durup biraz nefes alıp, sinirleneceğim şeyin ne olduğuna odaklanıyorum. Havaya resmen düşüncelerimi, hissettiklerimi yazıyorum. Bu arada sakinleşiyorum. Daha yumuşak bir şekilde göğüsleyebiliyorum.

Berivan Hanım:

Merhaba Sevgili Huzursuz, Öfke duygusu benim için oldukça tekinsiz bir duyguydu. Ne zaman öfke hissetsem suçlusu ben olmaktan ödüm kopardı. Kesin bir şeyleri yanlış yapmışımdır ve susup öfkemi bastırmam gerekiyordur diye düşünürdüm. 18li yaşlarımın başında kendimden yaşca büyük biriyle onda ilgimi ceken bir şeylerden ötürü ilişki kurmak istedim. Nitekim onun başka planları varsa da beni de reddetmedi. Önemsiz olduğunu düşündüğüm kıymetli bir sey bırakmıştım ona, nedense önemli olduğunu  sonraları fark ettim. Ve artık ilişkide hak ettiğim yeri talep ettim. O çok  ilgisizdi ve benimle çok maddesel bir ilişki vardı. Buna isyan ettiğim bir gece beni görmezden gelmesine dayanamayarak bir bardağı yere vurup kırdım. Sadece beni dinlemesini istiyordum ama o daha çok öfkelendi. Boğazımı ellerinin arasına aldı, nefessiz kaldığım ve sona geldiğim,  öleceğimi sandığım bir an oldu... Bu ilkti. Beni suçladı. Ona bunu yaptirabilecek nasıl bir insanmışım diye beni yargıladı. Ve bu ilk şiddet eylemi son olmadı. 8 yılda şiddetin sadece fiziksel hali 15 kez tekrar etti.  Her seferinde ben suçluydum. Sonuncusunda hayır dedim. Kafama yumruk atarken beni sevdiğini bunu nasıl anlamadığımı soruyordu (ki beni kaçıncı kez aldatmış olmasını yakalamıştım).  Çok öfkeliydim.  Onun değişeceğini sanmıştım. Bana arada bir "sosyalizm insanların değişebileceğine inanmaktır "diyen eski siyasi bir mahkûmdu.  Neden sonra bilmiyorum birden fark ettim ki ailemin bir prototipini yaratmıştım. Öfkem daha da büyüdü. Yüksek sesli bir hoparlöre yaklaşır gibi içimde bütün organlarımı titretircesine bir öfke dalgası yayıldı. Ben hep birilerinin faydasına olmak zorunda olan, kendinin olmayan, varlığı başkalarının ihtiyaclarinca mümkün olan biriydim. Ve bunların dışında içinde bulunduğum haksızlıklarla ilgil hiç-bir hak iddiam olamazdi. Biat etmeliydim. Sevilmek, ait olmak ,kabul görmek  o sevdiğim insanin bir parçası olmak için beni ezmesine izin vermek zorundaydım. Hayatımın böyle geçmesine izin veremezdim. Öfkemde haklıydım ve kimsenin bana onu savunmasına izin veremezdim. Öfkeme sarıldım. Beni zayıflatan, bana ben olma fırsatı vermeyen, kendim olma hürriyetinden yoksun kılan, canıma kast eden bu ilişkiden kurtulmak için öfkeme sarılmalıydım. Bu süreçte öfkemde haklı olduğuma inanmak çok zordu. Bazı şeyleri alttan mi almalıydım acaba, ben mi abartmıştım, belki pişmandı,.kadın dediğin bunları sineye çekmez miydi.... gibi şeyler öfkemin haklılığını boşa çıkarmaya çalışsa da dinlemedim. Sevgilimle başlayan  ailemden geçip  finalde bunlara izin verdigim için  bana dönen öfkemle uzun bir zaman ne yapacağımı bilemesem de doğru yerlere yöneltmeyi el yordamiyla da olsa bulup, bu öfke sayasinde kendimi korumayı öğrendim. Öyle bir benlik inşa  ettim ki artık en ufak bir sınır ihlalini tanımıyorum. Öfke hissettiğimde kendim dahil bütün sorumluları didik edip herkese payını vermeye çalışıyorum.

Öfke duygusu ile ilgili okuyuculardan gelen tavsiye filmlerden bazıları: 

  • Damián Szifron - Wild Tales
  • Damien Chazelle - Babil
  • Luc Besson- Leon
  • Sarah Gavron - Diren!
  • Soner Caner - Mukavemet
  • Ang Lee - Pi'nin Hayatı
  • Nora Fingscheidt - Oyunbozan
  • Milos Forman - Guguk Kuşu

 --

Bu haftanın bilgeliği David Burns'den:

"Umut, var olan en güçlü antidepresandır."

--

Sevgili okuyucu,

Bu haftayı da sabahın ilk ışıklarıyla bitirdik.

Umarım bir yerden dokunur, ilham olur.

Sevgiler, iyi haftalar.

Huzursuz Beyin

Emre Özarslan

Sümeyye B.

Sociologist | News Editor | Educator

1y

Bir şeye adım atmak istediğimde, en basitinden bir makale okuduğumda çevremden ne gerek var sözlerini o kadar çok duydum ki... Çevre!? Değiştirilmesi ve geliştirilmesi açısından önemli...

Ayse Betul Tekeli

Content Creator, Content Editor

1y

"şefkatsiz telaş" tanımlamanızı çok beğendim. teşekkür ederim bülten için.

Beğen
Yanıtla

Yorumları görmek veya yorum eklemek için oturum açın

Huzursuz Beyin adlı yazarın diğer makaleleri

  • Ebeveynleştirilmiş çocuklar

    Ebeveynleştirilmiş çocuklar

    Bu haftanın sponsoru Heltia (eski adıyla Salus) Heltia yetkin psikologlardan online terapi alabileceğiniz bir uygulama.…

    1 Yorum
  • Seneca: Yoksa boşuna mı acı çekiyorum?

    Seneca: Yoksa boşuna mı acı çekiyorum?

    Bu haftanın bülten sponsoru saç bakımı ürünlerinde dünyada ilk defa Kozmetik Dronelar® kullanan, cilt temizleme…

  • Okyanustaki damlana sahip çıkmalısın.

    Okyanustaki damlana sahip çıkmalısın.

    Bu haftanın sponsoru Heltia (eski adıyla Salus) Heltia yetkin psikologlardan online terapi alabileceğiniz bir uygulama.…

  • Taze başlangıç etkisi

    Taze başlangıç etkisi

    Bu haftanın sponsoru Heltia (eski adıyla Salus) Heltia yetkin psikologlardan online terapi alabileceğiniz bir uygulama.…

  • Brain rot: Beyin çürümesi

    Brain rot: Beyin çürümesi

    Bu haftanın sponsoru Heltia (eski adıyla Salus) Heltia yetkin psikologlardan online terapi alabileceğiniz bir uygulama.…

  • Ne söyledin, ne anladı?

    Ne söyledin, ne anladı?

    Bu haftanın sponsoru Heltia (eski adıyla Salus) Heltia yetkin psikologlardan online terapi alabileceğiniz bir uygulama.…

  • Her yere kendini götürürsün.

    Her yere kendini götürürsün.

    Bu haftanın bülten sponsoru saç bakımı ürünlerinde dünyada ilk defa Kozmetik Dronelar® kullanan, cilt temizleme…

    1 Yorum
  • Çelişkisiz hayat, yarım hayattır.

    Çelişkisiz hayat, yarım hayattır.

    Bu haftanın sponsoru Heltia (eski adıyla Salus) Heltia yetkin psikologlardan online terapi alabileceğiniz bir uygulama.…

    1 Yorum
  • Utanç artık taraf değiştirmeli

    Utanç artık taraf değiştirmeli

    Bu haftanın sponsoru Heltia (eski adıyla Salus) Heltia yetkin psikologlardan online terapi alabileceğiniz bir uygulama.…

  • Tembellik mi umutsuzluk mu?

    Tembellik mi umutsuzluk mu?

    Bu haftanın sponsoru Heltia (eski adıyla Salus) Heltia yetkin psikologlardan online terapi alabileceğiniz bir uygulama.…

Diğer görüntülenenler