Hayatımızın Kartları
Hayatınızda hiç, gitmek istediğiniz yere bir an önce yetişmeye çalıştığınızda kırmızı ışık dalgasına takıldınız mı? Peki ya hevesle aldığınız bir televizyonun daha ikinci kullanımda bozuk olduğunu fark ettiniz ve değişim için günlerce uğraştınız mı?
Aynı yemeği yediğiniz arkadaşınız sapasağlam iken sizin mideniz bozuldu mu? Ya da en sevdiğiniz filmi izlerken elektrikler kesildi mi?
Bazen hayat bize ilginç oyunlar oynar. Buna kimi zaman şanssızlık deriz, kimi zaman “Murphy Kanunları” diyerek anlamlandırırız. Kimi zaman da “Küçük Emrah” kimliğimize bürünüp “Neden Allahım! Neden ben?” diye hayıflanırız.
Bazen de tam tersi, şans yanımızda olur. Bir mağazada beğendiğimiz ayakkabının kalan tek numarası tam da bizim ayağımıza göredir. Aldığımız piyango biletine amortiden çok daha yüksek bir ikramiye isabet etmiştir veya gitmeyi çok istediğimiz ancak bilet bulamadığımız etkinlikte son anda bir yer açılır ve ilk bekleyen olarak o bilet bize verilir.
Böyle zamanlarda da ne kadar şanslı olduğumuzu düşünür, yüzümüzde hınzır bir gülümsemeyle o anın tadını çıkarırız.
İşte hayat bize doğduğumuz günden itibaren sürekli kartlar dağıtır. Bu kartlar bazen hayatımızda unutulmaz izler bırakırken çoğu zaman da gündelik koşturmacanın arasında kaybolur giderler. Elinize ne zaman hangi kartın geleceğini asla tahmin edemezsiniz.
Tıpkı bir iskambil oyununda size düşen kartları önceden bilemeyeceğiniz gibi.
İşte tam da o anlarda elimize gelen kartlarla ne yapacağımız, onları nasıl değerlendireceğimiz ciddi anlamda önem taşır ve seçimler devreye girer.
Pes edip oyundan çekilmeye mi karar veriyoruz yoksa o kartları en iyi şekilde kullanıp, elimizdekilerle en iyi çözümü mü bulmaya çalışıyoruz?
Bu seçimler tamamen kendi elimizde. Hatta öylesine önemliler ki, hayatımızın akışı bazen bu kartlara ve onlarla yaptığımız seçimlere göre belirlenir.
Sizlerle, benim için hayatımın akışını şekillendiren en önemli kartlarımdan birini samimiyetle paylaşmak isterim.
88’ kışıydı. O zamanlar daha sekiz yaşımdaydım.
Ciddi bir ameliyat geçirdim. Hastalanmak ve ameliyat olmak kendi seçimim değildi. Ağır bir apandisit vakasıydı ve ailem tarafından hastaneye son anda yetiştirilmiştim. Doktorlar bir türlü teşhis koyamamışlardı çünkü. Bu, bana verilen şanssız bir karttı.
Derken aynı gecenin yarısında işinin uzmanı bir doktor olan Metin Bey, ne olursa olsun beni ameliyata alacağını ve aileme de bunun apandisit olması için dua etmelerini söylemişti. O emindi ancak apandisit yerinde değildi ve şansa ihtiyacımız vardı.
Apandisit, bağırsaklarda baskı yapacak şekilde ters taraftaydı. Bu da işleri zorlaştırmıştı. Yine pek sevimli bir kart sayılmazdı. Ancak ameliyat eden doktor Metin Bey’e rastlamış olmamız da hayata tutunabilmem için bir o kadar güzel bir karttı.
Ameliyat sonlandı ve gerçek anlamda yeniden doğdum.
Ancak bu sefer de üç ay gibi kısa bir süre sonra tüm hayatım boyunca birlikte yaşayacağımız yeni arkadaşımla tanıştım. Adına “Tip I Diyabet” deniyordu.
O güne kadar hayatta en çok korktuğum şeylerin başında gelen iğneyi artık bir ömür boyunca her gün sabah ve akşam olmak üzere en az iki kere olacaktım.
Bunu öğrendiğimde sadece sekiz yaşımdaydım.
Gözlerimden birkaç damla yaş aktı...
Sonra doktorum Nazif Bey beni iğne odasına aldı ve bir mendille yaşlarımı sildi. Ardından şöyle dedi:
“Bugünden itibaren bu iğneyi kimse sana yapmayacak. Şimdi sana nasıl yapılacağını öğreteceğim ve kendi iğneni kendin yapacaksın. Büyüdüğünde, genç bir delikanlı olduğunda, seyahatlere çıktığında, arkadaşlarınla olduğunda kimseye gerek kalmadan kendi iğneni kendin yapabileceksin” dedi Nazif Hoca.
Sonra ekledi…
“Sen artık özel bir çocuksun. Diğer çocuklar iğne yapmayı bilmiyorlar ama artık sen bileceksin. Bu da senin farkın olacak.”
Birden iğneyi bacağıma hızlıca batırdı. İnen yaşlar durmuştu. Çünkü gerçekten de acımamıştı.
İşte o anda diyabet ile savaşmayı değil, onunla arkadaş olmayı seçmiştim. Sonrasında ise hayatım boyunca “neden böyle oldu?” sorusu yerine “bunu en yararlı şekilde nasıl kullanırım?” sorusunu sormaya devam ettim.
Böylece hayatıma büyük etkisi olacak o unutulmaz kartı kendi lehime çevirmiş oldum.
Bu kartlar hepimize dağıtılıyor. Dağıtılmaya devam edecek. Onları en verimli şekilde kullanmak veya kenara savurup hayıflanmayı seçmek ve oyunu bırakmak kendi elimizde.
Sizler de bir düşünün lütfen.
Kendi kartlarınızın ne kadar farkındasınız?
Onları nasıl kullanıyor ve ne şekilde kabul ediyorsunuz?
Bugünden itibaren onlarla harika bir serüven yazmaya hazır mısınız?