İletişimin Bel Kemiği: Dinlemek
Ne aynı dili konuşuyor olmamız ne de aynı kültürel mirasa sahip olmamız maalesef ki iletişim kazalarının önüne geçemiyor. İletişim en az iki kişi ile yapılan konuşma ve dinleme durumu olarak en basit şekilde özetlenebilir. Bu kadar çok konuşuyor ve birçok ortak noktamız varken neden bu kadar yanlış anlıyoruz birbirimizi? Çünkü gerçekten dinlemeyi bilmiyoruz. Dinlerken kendimizi bir kenara bırakıp egolarımızdan ve kendi doğrularımızdan kurtulamıyoruz. Ancak karşımızdaki kişi de biz değil, onun bize aktarmak istediği bilgileri biz çoğu zaman kendi zihin süzgecimizden geçirirken farklı anlamlar yükleme eğiliminde olabiliyoruz. Dinlemek aramızdaki mesafeyi kapatmaktır. Karşımızdaki kişi ile empati kurmak ve o olmak nasıl bir şey anlamaktır.
Kültürümüzde aslında dinleme birçok âlim ve büyüklerimiz tarafından önemi anlatılmaya çalışan bir kavram olmasına rağmen toplumumuzda bir konuşma zehirlenmesi yaşamaktayız. Oysaki ne güzel demiş Mevlâna "Haydi bensiz geleyim, sen sensiz gel." diye. Zihnimizde kendimizi konuşturmak ve hatta karşımızdaki sussun da ben konuşayım, en çok ben anlatayım heyecanı içerisindeyiz. Biraz sert ancak doğru olduğunu düşündüğüm bir kavram ile eşleşmekte bu halimiz. Konuşma narsistleri diyor Prof. Dr. Kemal Sayar bir konuşmasında. Kendi sesine hayran olan tipler, kendi sesinden başka ses duymak istemiyorlar. En doğruyu kendilerinin düşündüklerini ve anlattıklarını savunuyorlar diye açıklıyor. Ancak maalesef ki tek tarafın durmaksızın konuştuğu o monologlar bizler için tatmin edici “tadı damakta kalan” bir sohbet haline gelememekte.
Bir muhabbetten keyif almak karşılıklı anlaşılmaktan geçiyor. Söylenenleri kabul etmek ya da onaylamaktan bahsetmiyoruz burada. İngilizce de kullanılan çok güzel bir kavram var “onun ayakkabısını giymek” yani karşındaki kişiyi kendi benliğinden uzakta onun ayakkabısının içinde onun benliği ile düşünmek ve anlamak anlamına geliyor.
Birçok defa kendimizi karşımızdaki kişi konuşurken “aman aklıma şu geldi söylemeyi unutmayayım” derken konuyu kaçırdığımızı yakalamışızdır. Ama dinliyordum ki demek maalesef ki yeterli bir savunma değildir burada. Karşımızdaki kişi konuşurken özellikle de sadece anlaşılmak isteyen birisi ile karşı karşıya isek bırakalım anlatsın. Sorular sormak için kesmek veya aklımızın o soruda takılı kalmamasını sağlamamız gerekiyor. Bunu da ancak soruyu kabul ederek ve gitmesine izin vererek yapabilelim. Belki de karşımızdaki kişi bize konunun en can alıcı yerini anlatıyor ama biz orada kendi sorumuz için cebelleşme halindeyiz. Sizce gerçek bir dinleme eylemi böyle mi olmalı?
Peki ya karşımızdaki kişinin açıklarını aramak için onun sözlerini adeta kılı kırk yararak hata arama amacı ile dinlemek gerçekten dinlemek midir? Bilmemiz gereken bir gerçek vardır ki o da ne anlatırsak anlatalım nasıl anlatırsak anlatalım anlattıklarımız ancak bizi dinleyenin anladığı kadardır. Daha öteye gitmesi maalesef mümkün değildir. Her kültürün kendine özgü dinleme tarzları vardır. Çoğunlukla batılı kültürlerde dinleme veya iletişim karşılıklı yapılan karşı karşıya gelmeyi ve göz teması kurmayı gerektiren bir eylem iken bazı doğu toplumlarında farklı bir tablo ile karşılaşabiliyoruz. Kosova’da bir kafeye gittiğiniz zaman karşılıklı oturan insanlar değil de yan yana oturan insanların çokluğunu ilginizi çekecektir. Çünkü Kosova’da iletişim, dinleme karşılıklı değil de yan yana yani aynı bakış açısını paylaşarak yapılan bir eylem. Senin baktığın yerden bakıyorum senin gördüğün şeyi görüyorum anlayışı vardır temelinde.
Birçok defa duyduğumuz bir sözdür toplumumuzda “İnsan vücudunda iki kulak bir dil vardır, daha çok dinleyip daha az konuşalım diye.”. Bizleri dinlemeyen, duyman birileri yoksa eğer etrafımızda varlığımız gerçek bir varlık olabilir mi? Dilimiz de dinlemek üzerine kullanılan bir diğer deyim ise “can kulağı ile dinlemek”tir. Seni canımla, tüm ruhum ile dikkatimi vererek dinliyorum demektir. Gerçekten birilerini can kulağı ile dinleyebiliyor muyuz? Ya da kimleri can kulağı ile dinliyoruz? Bilgisinden emin olduklarımız mı? Yoksa yaşam tecrübelerine güvendiklerimiz mi? Çok şey öğreneceğimizi düşündüğümüz çocuklarımız? Dinlerken aslında herkesten öğrenebileceğimiz bir şeyler olduğunu düşünerek eğer dinleme gerçekleştirebilirsek ancak o zaman iyi bir dinleyici olabiliriz.
Dinlemek konuşmaktan iyidir dinleyerek birçok şey öğrenebiliriz. Peki ama karşımızdaki kişiye onu dinlediğimizi nasıl gösterebiliriz? Jest ve mimiklerimiz, beden dilimiz burada devreye giriyor. Bir dinleyici olarak kelimeler ile konuşmuyoruz ancak hareketlerimiz ile karşımızdaki kişiye onu anladığımızı desteklediğimizi ifade edebilmemiz gerekiyor. Çünkü konuşmacı da mutlaka anlaşılmak ve bunun ile ilgili geribildirim almak ister. Göz teması kurma ve zaman zaman kafa sallamak ya da “hı-hı, evet anlıyorum” gibi kısa cevaplarla karşımızdaki kişiye onu anladığımızı gösterebiliriz.
Jest ve mimikler sadece dinleyici tarafından değil aynı zamanda konuşan tarafından da kullanılan araçlardır. Çoğu zaman kişilerin jest ve mimiklerinden de bazı anlamlar yakalamaya çalışırız. Bunu ne kadar doğru yakalayabiliyoruz peki? Pekte tanımadığımız bir insanın hareketlerinden doğru bir anlam çıkarmamız mümkün mü? Sözlerin ötesini anlamak okumak çok kıymetli bir yetenektir. Ancak bu zihin okuma ile karıştırılmamalıdır. Kişinin yüzünden üzgün, dargın, sinirli olduğunu öğrenebilirsiniz ama “ben geçen şunu yapmıştım suratına baksana bana hala kızgın” önermesi sağlıklı bir önerme olmayabilir. Belki karşımızdaki bambaşka bir şey için kızgın ama biz zihin okuma konusunda o kadar takıntılıyız ki belki de o daha konuşmaya başlamadan bile neden dolayı o his durumunda olduğunu kesin bir şekilde bildiğimizi düşünüyoruz.
Duygu durumlarını okuyabilmek iletişim için çok önemlidir. Karşımızdaki kişinin halini, duygularını fark edip başladığımız konuşmalarda her ikiniz de aynı duygu durumu içerisinde olduğumuz için iletişim kazaları azalacaktır. Ancak siz mutluyken karşınızdakinin üzgün olduğunu fark edemezseniz size anlatılmaya çalışılanları yanlış anlama şansınız çok yüksektir. Bu da büyük yanlış anlaşılmalara ve kırgınlıklara bile sebep olabilir.
Günümüzde zaman çok hızlı akıp gidiyor, yetiştirilmesi gereken birçok şey ile baş başayız ve dikkatimiz çok dağılmış durumda. Dinlemek ise dikkat gerektiren bir eylemdir. Karşımızdaki kişinin gerçekten ne hissettiğini, anlattığını anlayabilmek dikkatli bir dinleme ile gerçekleşebilir. Dikkati ekonomik kullanıp hak etmeyen yerde kullanmamak lazım ki gerçekten dikkatle dinlenmesi gereken konulara aktarabileceğimiz dikkatimiz olsun. Teknolojik cihazlar da bizim iletişim kurmamızı engelleyen araçlar haline geldi. Birileri karşımızda konuşurken gelen mesajları kontrol etmek ya da sosyal medyada gezinmek dikkati dağıtan bir durum olarak karşımıza çıkmakta.
Toplumsal olarak teselli vermeyi ve acıyı dindirmeye çalışmaya çok meyilliyiz. Ancak bizlerin görevi acıyı dindirmek değildir. Karşımızdakine kendisinin anlaşıldığını hissettirmektir. Amacımız dinlemek olduğu için de diğer hislerimizi kabul etmeli ve bir kenarı koymalıyız. Karşımızdakine onu anladığımızı hissettirmeliyiz. Olabildiğince az konuşmak karşımızdaki kişinin kendisini bize açması için fırsat verecektir. Zaman zaman molaya ihtiyaçları olabilir bunu fark ettiğimiz zaman kısa özet cümlelerle anladıklarımızı tekrarlamak ya da ufak anlamaya yönelik sorular sormak faydalı olacaktır.
Birbirimizi anlamanın en önemli anahtarı dinlemektir. Kalp fısıldar, bağırmaz duymak için yakınlaşmalısın. Karşındaki kişiyi anlayabilmek için gerçekten dinlemeli ve onu anlamayı amaç edinmelisin. Dinleme alışkanlığını doğru kazandığınız zaman iletişim problemlerinizin azaldığını ve diğer insanların da problemlerini daha rahat gördüğünüzü fark edeceksiniz.