İnovasyon Kültürü / 4 - İnovasyon, peki, ama nasıl?

İnovasyon Kültürü / 4 - İnovasyon, peki, ama nasıl?

('İnovasyon Kültürü / 3'ten devam..)

Rowan Gibson, insanlar ve firmalar için ‘İnovasyonun Dört Merceği’ dediği dört temel yaklaşımı şöyle tanımlıyor(3):

  1. Ortodoksileri (nasları) sorgulamak, yani, kök salmış inançları ve varsayımları sorgulamak ve altüst etmek,
  2. Trendlerin dizginlerini ele geçirmek, yani, gelişen eğilim ve sıçramaların gücünü fark etmek ve bu eğilimlerin kontrolünü ele geçirmek,
  3. Kaynakları kullanmak, yani, eldeki yetkinlik ve varlıklardan yeni bi(r)leşim ve bağlamlarda yararlanmak,
  4. İhtiyaçları anlamak, yani, henüz karşılanmamış önemli insani ihtiyaçları görmek ve değerlendirmek.

Dört merceğini Avrupa rönesansının ve çağımızın ünlü inovatörlerine ilişkin ayrıntılı incelemesine dayandıran Gibson’ın merceklerinden son üçü daha çok organizasyonel eylemler olarak görülebilir. ‘Ortodoksileri (nasları) sorgulamak’ diye adlandırılan eylem ise, doğrudan doğruya bireysel bir yaklaşımdır ve her şeyden önce bir temel eğitim konusudur. Temel eğitim süreçlerinde ‘ortodoksileri sorgulama’yı bir yaşam biçimi, bir kültür haline getiremeyen toplumlara geçmiş olsun; bu toplumların içinden bazı inovatörlerin ortaya çıkarak toplumsal, teknolojik, ve ekonomik ‘değer’ler ortaya koyması ve bu değerlerle insan yaşamına olumlu katkılar sağlaması ancak rastlantılara kalmış demektir. Ama çok iyi biliyoruz ki, belli başlı bütün eğitim sistemleri bireye neyi nasıl sorgulayacağına değil, nasıl düşüneceğine ilişkin yöntemler, yani ‘ortodoksi’ler empoze ediyor.

Paul Feyerabend, ‘method’ olarak adlandırdığı ortodoksilere karşı ‘anarşist’ bir baş kaldırış öyküsü olan Against Method (Yönteme Hayır / Karşı) isimli kitabında(8), insanlık tarihi boyunca çığır açan hemen bütün inovatörlerin, çağının geçerli (baskın) eğitim metodolojilerinin dışında gelişmiş beyinler olduğuna dikkat çekiyor.

Gerçekten, bilimsel, dinsel, sanatsal ya da başka bir alanda genel geçer bütün eğitim sistemlerinden Gibson’ın ‘ortodoksi’ dediği tartışmasız kabulleri, yani ‘nas’ları çıkarın geriye çok da fazla birşey kalmadığını görebilirsiniz. Standart eğitim metodolojilerinin başlıca üretimi Eflatun’un ‘Mağara Benzetmesi(4)’ndeki tutsaklara benzer insanlardır. Bu insanların metodik eğitim süreçlerinde sahiplendikleri ortodoksilerin (nasların) zincirlerini kırarak asıl gerçekliğin bilgisine erişmeleri için Dr. Alexis Carrel’in harika betimlemesindeki gibi hem heykeltraş hem de mermer olmasından, acımasız çekiş darbelerini kıvılcımlar çıkartarak ve acı çekerek kendi bedenine vurmasından başka bir yol yoktur(5). Ancak böyle bir sürecin sonunda ortaya bir sanatkar, bir düşünür ya da bir inovatör çıkabilir. Her hangisi çıkarsa çıksın o artık düşünsel ve eylemsel olarak kalabalığın epeyce dışında bir varlıktır ki, onun düşünceleri, eylemleri ve ürettikleri insanlarda şaşkınlık ve beğeni yaratır.

Çağdaş yaşam mücadelelerinde toplumların ve organizasyonların inovasyona, inovatörlere ve sağlam inovasyon kültürlerine gereksinimleri var. Ama inovasyon yolculuğunun tepeden, otorite veya organizasyon tarafından değil en alttan yani bireyden başlatılması gerekiyor. İnovasyonun sürekli bir yaşam kültürü halinde gerçekleşmesinin en gerçekçi yöntemi budur.

(Not: Devamı 'İnovasyon Kültürü / 5'te..)

----------------------------------------------------------------------------------------------------------(3) Rowan Gibson. İnovasyonun 4 Merceği – Yaratıcı Düşünceler İçin Güçlü Bir Araç. Çeviren: Halide Şerif Bodur, Sola Unitas, İstanbul, 2017

(4) Eflatun (Platon), Devlet, 7. Kitap. Bazı insanlar karanlık bir mağarada, doğdukları günden beri mağaranın kapısına arkaları dönük olarak ayaklarından ve boyunlarından zincire vurulmuş oturmaya mahkumdurlar. Başlarını da arkaya çeviremeyen bu insanlar, mağaranın kapısından içeri giren ışığın aydınlattığı karşı duvarda, kapının önünden geçen başka insanların, hayvanların ve taşıdıkları şeylerin gölgelerini izlemektedirler. Bu mahkumların sahip oldukları gerçeklik algısı sadece duvardaki gölgelerden ibarettir.

Mahkumlardan birini mağaradan dışarı çıkarıp gölgelerin asıl kaynağını gösterdiğimizi düşünelim. İlk başta gözleri güneşin parlak ışığında kamaşacak olan bu mahkum acı çekecek ve hiçbir şey göremeyecektir. Gözleri zamanla ışığa alışsa bile mahkum yeni gördüğü nesnelerin mağarada gördüğü gölgelerin kaynağı olduğunu ancak uzun zaman sonra belki kabullenebilecektir.

Bu şanslı mahkumun gerçeği kabullendikten sonra tekrar içeri girip gördüklerini mağaradakilere anlatmaya çalıştığını hayal edelim. İçerdekiler, duvarda gördüklerinin yansıma olduğuna ve gerçeğin mağaranın dışında cereyan etmekte olduğuna inanmayacaklar, bunu anlatmaya çalışan arkadaşlarının delirmiş olduğunu düşünebilecekler, ellerinden gelirse onu öldürmeye çalışacaklardır.

Platon’un bu mağara benzetmesinde;

Mağaraya zincirlenmiş insan, toplumun parçası olan ancak bireyselleşmemiş, farkındalığı gelişmemiş kişiyi temsil eder.

Mağara, toplumu simgeler.

Zincir, toplum içerisinde bireyi sınırlayan kalıplar, dogmalar, kurallardır. Bunlar zihnin özgürleştirilmesini engeller.

Gölgeler ise toplum tarafından belirlenen ve benimsenen sorgulanmamış doğrular, yani ortodoksilerdir.

(5) Dr. Alexis Carrel, İnsan Denen Meçhul (MAN, THE UNKNOWN). Yağmur Yayınları, İstanbul 1973-1976. Çeviren: Refik Özdek.

(6) Paul Feyerabend. Yönteme Karşı. Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2014. Çeviren: Ertuğrul Başer

Yorumları görmek veya yorum eklemek için oturum açın

Diğer görüntülenenler