Rüzgârın Şarkısını Dinle

Haruki Murakami benim özel dostum gibidir. Şimdi ilk kitabından hareketle birkaç sözü paylaşma zamanı. Türkçeye diğer kitaplarından sonra çevrilmiş ama ilk kitabı olarak takdim ediliyor. İşin aslı yazarların ilk kitap çalışmaları hep sonradan çıkar ortaya, şöhret oldukları kitap yazmak istedikleri kitaptan başkasıdır. Bir kere otuzlu yaşlarının başında yazılmış bir kitap, başlangıç olarak çok değerli bir zaman. İlk kitabında bile ileri yaşların birikimine sahip iyi denecek kadar ustalık eseri. Her dikkatli okuyucu bunu anlayabiliyor, kimi yerler kopuk, bazen de daldan dala atlıyor, bu kadarı içinden geçtiği yaşın ve yılların gereği gibi. Türkçeye çevrilmiş tüm eserlerini okuduğuma dayanarak söylemem gerekirse, iyi bir romancı olacağı o günden belli.

Hayatında kadın, bira ve hayvanlar var, özellikle de fare imgesi önde, bu üçlemenin ne anlama geldiği belli değil, sonra hayatına giren başka gerçeklerin varlığı görünüyor, tren istasyonları ve uzayıp giden yollar, değişik kaçışlar. Yazar hep bulunduğu yerden uzak olmayı benimsiyor, bir de gerçekleri zorlayarak imgelerle baş etme gayreti içine giriyor. Anlattığı konu başlıkları değil ama anlatım biçimi etkiliyor insanı, bu ilk kitabın diğer kitaplarını okuyan birisi için tercüme yönünden de tatmin etmediğini söylemek mümkün, bazı anlam kaymaları ve bana hata olarak görünen noktalar buldum, üzerinde durmaya gerek görmüyorum. Her defasında geçerli olan şu ki, Japonya'yı merak ettim hep, acaba nasıl bir ülke diye, gerçek bir dünya mı, yoksa yazarın kafasında böyle bir Japonya mı var.

Hayal etmek ve yaşamak arasında fark olur elbet ama sanki gerçeklerin en yalın anlatımından bu sonucu çıkarıyorum. Kim bilir belki de ben yanılıyorum, elbette olabilir. Yazarın en beğendiğim yanı, her şeyden önce çok kolay ve anlaşılır bir dille yazıyor, düşüncelerini koşulsuz bir şekilde yazıyla buluşturuyor, bir bakıma değişik yaşam hallerine tanıklık ediyor; olaylar dizisi aktarmakla yetinmiyor, olayların içinde karmaşalar oluşturuyor, bazen de okuyucuya tuzaklar kuruyor. Diğer eserlerine bakarak bu kitabı daha bölük pörçük buldum, kafası dağınık halde yazmış gibi. İngilizce başlayıp Japonca devam etmesi de bir neden olabilir. Yeri gelmişken söylemem gerekir ki, yazarı orijinal dilden okuyamamak, kimi zaman okuyucuya haksızlık nedeni olabiliyor. 

Yazarın kadınları da ilginç gelir bana. Kitaplarında Geyşalar yok, bilinen kadınlardan başka, aslında kadınlar kolay ama ilgili değiller, biraz ruhsuz desem haksızlık etmiş olmam sanki. Yine de dünyasında hep kadınlar var, öyle ama o kadınlar bildiğimiz kadınlardan farklı, belirgin bir şekilde duygusuz ve aykırı, yoksa karşısına dikilen rol kendi gerçeği mi, burası karışık ve altından kalkmak sanıldığı kadar kolay değil. Özellikle kitaplarında tutku pek yok, delice aşık tipler hiç yok, yine de kadının cinselliği ve özgürlüğü var, belki ülkesine bilmediğimiz başka bir cepheden bakıyor ve kadın algısını böyle yargılıyordur, neden olmasın?

Kimi zaman pek soğuk kadın teninde yansıyan şeyler var, huzuru arıyor bir şekilde, kadınlarla iletişimi hep bu nedenlerle bağlantılı, bulduğuyla yetinse de çoklukla bulamıyor. Mutsuzluğunun nedeni bu, yazarın kendisi mutsuz, karakterleri de öyle, hep anlamayan ve yakınlaşamayan ve yadırgayan tiplerden seçilmiş karakterler, buna dilersek gerçek hayat bile diyebiliriz. Gerçek demişken en yaman gerçek şudur ki, mutlu insandan yazar olmaz. Erkek kahramanlar, kendisi gibi değilse de, kendini onların yerine koymaktan, farklı tiplerin şahsında var olmaktan rahatsız değil. Tuhaf belki ama erkekler isteklerine sürekli yenik düşüyor, belki bunlardan birisi de kendisi. 

Bir de roman kahramanlarının umursamaz halleri var, donuklar, hep dışlanıyorlar bir şekilde. Bilmesi zor bu ilk kitabında da sürekli iletişim zaafı üzerinde yürüyen kadın erkek dünyasının ilişkilerini anlatıyor. Cinsellik konusunda pek cesur, özellikle bir mesaj vermek ve betimleme yapmak arzusu var. Hem de önemsediğinden yapmıyor bunu. İşin aslı iyi gözlemleri var, bu kadarına sözüm yok, belki yaşamın dışıyla içi arasında  bir yolculuğu yeğliyor, kendisi hangisi onu bilmek zor.  Örneğin roman kahramanı yılda elli sekiz kere seks yapmış, insan neden böyle bir sayıya, daha doğrusu tespite gerek duyar, ya bir hedefe ulaşmak veya belli bir eksikliği duyumsamak adına böyle davranır. Kahramanın yaşı kaç bilinmese de, bir aya düşen beş sayısı kimi durumda fena değil, verdiği sayıdan çok, dönüp yadırgamasına şaştım. Önemli gördüğü bir şeyi sayıdan gelen yargıyla basitleştiriyor. Tuhaf bir bakış.

Bir kadın erkek cinselliğinde kadını meme betimlemesiyle tanımlıyor, her kadının duygusudur bu, ne dudaklardan söz ediyor ne de kalçanın hazzından, pek cesurca ama bir o kadar da anlamlı bir şey; çünkü söz konusu memeyse, her koşulda erkekler topun ucunda demektir. Tipler çok değişmiyor, her yol bu bakışta saklı diyemem belki ama cinsellikten de belli bir ürküsü var. Neye dayanarak söylüyorum her roman kahramanı biraz olsun yazarın içinde saklı öz benliğidir. Ağrı Dağı Efsanesinde de kahramanın eline tutuşturulan kibrit çöpü, böyle bir gerçekliği anlatır. Bir yerden sonra, seks ve kadın ögeleri kapı dışarı ediliyor, nasıl oluyorsa bir anda aklın işlevleri başlıyor, çark gerçek hayatı döndürmeye koyuluyor. Yoksa bazı şeyler sanıldığı kadar kolay olmadığı gerçeğine vurgu yapmak için mi, bilmek zor. Belki de romanın değerini korumak ve yükseltmektir önemli neden, okuyucuyu doğru şekilde elde tutmanın temel yasası da bu.

Genellikle belli bir tarzı var kahramanın, armut benzetmesi ile arası daha barışık, bir de görsellik korkusu var, bakacağı yeri bilmiyor, ölçekleme sorunu var, tekrar eden sözleri ve kurgulama şekli bu çıkarıma izin veriyor, arzulu bir anlatım dilini yeğlerken sembolleri de buna göre oluşturuyor. Japonların minyon yapıları pratik sonuçlar doğuruyor; seçim tarzı genetiğin dayatması olabiliyor. Yine de Japonlar buna zorunlu biraz, bir çeşit fakirlik çıkması, toplumsal başarı temel bir yoksunluktan besleniyor gibi, tuhaf gelebilir ama girdiği bazı alanlardan çıkmakta zorlanıyor, sanki kaybolmayı seviyor gibi. Ayrıntıyı önemsiyor, belki gözle kulakla, saçla başla bu nedenle daha bir meşgul oluyorlar, belki daha özgür olmaları bu nedenle, hal böyleyken özgürlüğün kendi sınırları ve hemen akla gelmesi kolay olmayan başka yasak alanları var. Bu durumda gelenekleri en güçlü yasa ve dayatma olabiliyor. 

Kim bilir belki de yaşam duygusunun gerçekliği budur, belki de ustalıklar daha çok bakmaktır enginlere, dokunmak ve bağlanmaktır; bu nedenle olsa gerek, bu ülke insanı yaşamı zor etmiyor kendine. Japon olmak zordur ama bir kez Japon olunca yaşam pek kolaydır, bir bakıma hayat ödevi gibi. Bir arkadaşım anlatmıştı, laf aramızda Japonlarla birlikte çalışmaktan olsa gerek, Japon bir hali oluşmuştu, sanki zamanla gözleri de çekildi, tıbbi açıklaması olmasa da durum böyle... Arkadaşıma göre Japon biri hayır demekte çok zorlanıyor, ben de öyleyim, Türklerle benzeşen bir yan mı demek doğru, yoksa başka bir genetik kod mu emin olamadım. Hayır demiyorlarmış, bu sözcüğü pek nadir kullanıyor, mutlaka evet demeye özen gösteriyor ve bir çözüm yolu bulmak isteğiyle hareket ediyorlar.

Kuru bir hayır asla, eğer diyecekse, bir nedenle gerekiyorsa onu da gerekçesini bularak hayır diyor, haklı bir açıklamanın eşlik etmediği tek kelimelik hayırları yok. Kim böyle güzel bir toplumda yaşamak istemez, ben çok isterim, böylesi özenle kurulu ve hazır halde bir modeli, acaba ne kadar zamanda bozar ve içine ederiz diye de göz ardı etmeden. Sizce de düşünmeye değer değil mi? İşte en zor yer burası; anlıyorum ki yapmadığımız şeyler bizim değil, bir şeyleri istemekle sürdürmek ve hele de yapmak asla aynı şeyler değil. Biz de kendi insanımızı olduğu halde kabul edeceğiz, başka türlüsü yok, gerçek her seferinde olumsuz ve zorlu, her defasında biraz daha çıkmaz ve amansız, kabul edilmesi güç.

Olsun düşlerde ve romanlarda, bazen de haber ve benzeri bilgi yumağında bir şekilde Japon düşüncesini akıl etmek bu düşünceyle yaşamak ne güzel. Japonya ve Japonlar bana hoş geldi, yadırgadığım yanlar da oldu, en çok da geleneksel dünya ve modern yaşam nasıl ortak bir değer olmuş, bu merakımı aşmak isterdim. Etik kurallar tümüyle ayrı bir yerde, yaşam özgür, cinsellikle ahlak arasında ince bir çizgiden eser bile yok. Yine de gelenek boyutunda bir yaşam var; mutlu ve güvenli. Bir şarkı dinlemek anı kadar huzurlu her şey, bazı sesleri rüzgârın uğultusu misali, özümsemek ve anlamak gerekiyor. Yazar ilk kitabında bilmeden dünyaya açılma özlemi duymuş. Japonya modelinde zorlanırız belki ama özgür bir yaşam hep olsun.

Böyle geçirdim içimden, birden bir şey takıldı aklıma, Bar işletmecisi olan biri için bira, kadın iyi güzel de fare nereden çıktı, gerçekte böyle bir tip gerekli mi, ne amaçla yapılmış bu üçleme, düşünmeye değer, belki de Barların böyle bir gerçeği vardır. Belki üçleme gereği işin içine fare karışıyor, biz yine de Yazarın bir bildiği olmalı diyelim. Fare demişken, hayatı kaçarak bir kovalamacanın içinde yaşamak ne zor, kimse istemez belki ama bir zaman kendimizi farenin yerine koyarak düşünmeye de gerek var. Haruki okumak, benim için konu seçiminden başka bir şeydir, yazı dili ne kadar akıcı ve yalınsa, güzel ve okunuyorsa, özenli ve etkileyici ise konu seçimi de bir o kadar ilginç olabiliyor. Konu seçimi zor iş, bir kitabında da buna benzer bir özrü konu olarak işlemeyi de ihmal etmiyor.

 

Yorumları görmek veya yorum eklemek için oturum açın

Ekrem Sancak adlı yazarın diğer makaleleri

  • Bakış Açısı

    Bakış Açısı

    Elektrikli araçlara henüz yeterince ısınamadığım halde Togg'un Almanya yolculuğunu önemsiyorum. Ulusal değer olarak…

  • Küslüğün Kimyası

    Küslüğün Kimyası

    Duygusal dünyamda karışıklığa yer yoktur, sıradan tepkilere yer vardır, çoğu zaman hangi duyguyu nasıl yaşadığımı…

  • Sözün Değeri

    Sözün Değeri

    Bir şey kesindi, her şeyin başı söz olmuştu bir kere, artık söz olmadan olamazdı, yaşamın döngüsüydü söz. Bir bakıma…

  • Asla Dememeli

    Asla Dememeli

    Kişisel beceri olarak herkesin yönelim ve ilgi alanları farklı, belli bir alanda yetkin olmanın gereği bu olsa gerek…

  • Okuma Keyfi

    Okuma Keyfi

    Bu günler ruhuma ne iyi gelir sorusunu çok sık soruyorum kendime, ne çare öyle hemen akla gelen kesin bir yanıtım yok…

  • Aşırma

    Aşırma

    Bu sözcük fikri ve sınai haklar alanında yaygın bir halde "intihal" şeklinde kullanılmaktadır. Başkasına ait bir ifade…

  • Yazım Araçları

    Yazım Araçları

    Tabletlerden hayvan postuna, selülozdan kağıt sürecine, sonra da yeniden tablete, bu defa digital ve yüksek çözünürlük…

  • Yeni Yıl Anlayışım

    Yeni Yıl Anlayışım

    Bir yılı daha uğurlayacağız bugün yarın, yaşım gereği eksilen 1 yılın anlamını akıl edeceğim. Bazı şeyler ne kadar da…

  • Yaşam Ustası

    Yaşam Ustası

    Acıyı bilmeyen sevgiyi bilmez, bilse de ifadesi pek güçtür. Bugün bir yerde Cemal Süreya üstadın bir sözüne yer…

  • 10 Kasım 1938

    10 Kasım 1938

    Bugün ülkem adına pek anlamlı bir gündür. Hiç unutulmayacak aziz bir hatıradır.

Diğer görüntülenenler