REFAH POLİTİKALARI& MÜLTECİ KRİZİ
Refah Politikalarının Mülteci Krizi Üzerindeki Etkisi
Suriye krizinin yedinci yıl döneminde, toplum yaşantımızda Suriyeli mülteciler ile ilgili tanımlamalarda değişik sözcükler kullanılmaya başlanmıştır. Örneğin, Suriyeli mültecilerin ihtiyaçları yerine Suriyelilerin ihtiyaçları, Suriyeli kardeşlerimiz yerine ise Suriyeli misafirlerimiz şeklinde cümleler, gerek televizyon yayınlarında gerek ise diğer medya yayınlarında kullanıldığını hepimiz görmekteyiz.
Arap baharı süreciyle birlikte artan mülteci krizi, tüm ülkelerin gündeminde daha fazla yer almaya başlamıştır. Mülteci krizi ile başa çıkabilmek için, Birleşmiş Milletlerin muhteşem beşlisi başta olmak üzere, birçok doğu, batı ve Asya ülkeleri çaba sarf etmektedirler.
Lakin bu çabalara rağmen, Suriyeli mülteciler geleceklerinin belirsizliği içerisinde yaşamaya çalışmaktadır. En fazla Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapan ülke konumundaki Türkiye, peki Suriyelilerin yaşadıkları belirsizlik için iyi bir alternatif mi? Bu durumun tartışmalı bir yapıda olduğu görünmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti devleti, özellikle 1960 Anayasa’sında da vurgulandığı gibi kendisini sosyal devlet olarak tanımlamaktadır. Bu nedenle refah politikaları devlet bütçesi tarafından karşılanarak, hizmetler devlet kuruluşları tarafından verilmektedir. Fakat, küresel düzeyde giderek ortaya çıkan yeni liberal ekonomi modelleri, Türkiye’nin başta toplum düzeni olmak üzere, tüm refah politikalarını değiştirmiş, hali hazırda değiştirmeye de devam etmektedir. Bu nedenle, sosyal devlet olarak kendini tanımlayan Türkiye Cumhuriyeti devletinde, toplumsal düzeyde, çok zengin ve yoksul sınıfların daha da belirginleştiğini, orta sınıfın ise giderek gücünü kaybettiğini, halkın önemli bir kesiminin kendisini fakir veya zengin olarak tanımlayamadığını görmekteyiz.
Özellikle, 1980 sonrası Neo-liberal ekonomik yapının Türkiye’de daha da ön planda olması nedeniyle, Türkiye toplumunda fırsat eşitsizliğinin daha fazla arttığını, sosyal erişimlerde daha fazla sorunların ortaya çıktığı görünmektedir. Özellikle, kent ve kırsal yoksullarının, hizmetlerden çok faydalanmadığı, giderek artan nüfus içinde , sahip oldukları bireysel haklardan yararlanamadıkları, bu nedenle daha da kırılgan ve dezavantajlı grup haline geldikleri görünmektedir.
Suriyeli mülteci krizinde açık kapı politikası uygulayan Göç İdaresi Genel Müdürlüğünce, Türkiye'de yaklaşık olarak 3 milyon Suriyeli'nin olduğu düşünülmektedir. Bu kişiler başta, Suriye sınırına yakın olan şehirler olmak üzere çeşitli şehirlerde hayatlarını sürdürmeye çalışmaktadır.
Yaşadıkları şehirlerde, yerel halk ile birlikte yaşamaya çalışan Suriyeliler, çeşitli sorunlarla da karşı karşıya kalmaktadır. Başta dil, işsizlik, eğitim konularında çeşitli problemler ortadadır. Fakat özellikle çocuk işçiliğinin artması, çalıştırılan çocukların cinsel, duygusal, ekonomik anlamda sömürülere maruz kalmaları, Korumaya muhtaç çocukların, çeşitli psikososyal ve eğitim anlamında yeterince ve desteklenmemeleri, daha ileri dönemlerde suç mağduru, çocuk asker, madde bağımlısı gibi konularda damgalanan Suriyeli mülteci çocuklar olarak karşımıza çıkacaktır.
Artan hayat pahallılığı Suriyeliler tarafından da Türkiye’de açık olarak hissedilmektedir. Artan ev fiyatları, yaşam koşulların zorlanması, Türkçe bilmemelerinden dolayı kendilerini ifade edememeleri ve bu yüzden ayrımcılığa uğramaları, yaşadıkları bölgedeki yerli halk tarafından çoğu zaman tehlikeli ve terör örgütü üyesi olarak algılanmaları iki toplumun birlikte yaşamaları sürecinde ciddi sorunlar ortaya çıkaracaktır.
Devlet kuruluşları ve hizmetler arasında tampon görevi gören yerel/uluslararası yardım örgütleri ile bu problemleri çözmeye çalışmaktadırlar. Lakin çözüm olarak gösterilen alternatifler, Suriyeli mültecilerin yaşadıkları problemler için geçici çözümler olmaktadır. Sunulan hizmetlerin ve sahip oldukları yasal statülerinin belirsizliği, Suriyeliler ve yerel halk için belirsizlik oluşturmaktadır. Kendilerine verilen maddi yardımlar, sunulan ücretsiz sağlık hizmetleri ve çeşitli konularda yaşanılan belirsizlikler, Suriyelilerin gelecekleri, Türkiye’de daimi olarak yaşamlarını sürdürmeleri ve T.C vatandaşlığını alma konularında çeşitli sorunlar oluşturmaktadır. Ülkerine geri dönme noktasında ise sahip oldukları beklentiler, giderek daha çok belirsiz hale gelmektedir.
Suriyeliler ile birlikte yaşayan yerel halk ise, başta benzer kültüre sahip olduğu düşündükleri Suriyeli mülteciler ile birlikte yaşam konusunda çeşitli sorunlar yaşamaktadırlar. Gelen Suriyeliler nedeniyle işlerinin elinden alındığını, Suriyelilerin gelmesiyle ev fiyatlarının arttığını, hastaneye gittikleri zaman Suriye’lilere öncelik verildiğini, devletin Suriyelilere daha fazla sosyal yardımı yaptığını, şehirlerinde faaliyet gösteren ulusal ve uluslararası yardım örgütleri ve sivil toplum kuruluşlarının sadece Suriyeliler için çalıştığını, bu nedenle kendilerinin daha da yoksullaşmaya başladıklarını, devlet tarafından kendilerinin dikkate alınmadığını, kendi ülkelerinde çoğu Suriyelilerin kendilerinden daha zengin olduğunu vurgulamaktadırlar.
Diğer yandan; Suriye hukuk sisteminde ikinci evliliğin serbestliği, Türkiye’de de giderek illegal şekilde artmaya başlamıştır. Bazı Türkiyeli erkeklerin, eşlerinin kendilerine karşı geldikleri zaman ikinci eş olarak Suriyeli bir kadın getirebileceklerini, bu nedenle sessiz kalmaları gerektiği şeklinde tehditler aldıklarını belirtmektedirler. Ayrıca, sınır şehirlerde olan bazı kadın sığınma evlerinde ikinci eş kavramını kabul etmediklerini için çoğu kadın çeşitli şiddet türlerine maruz kalmaktadırlar. Bu nedenle aile içi şiddet vakaları mevcut olan rakamsal boyutundan çok daha üst seviyeye çıkacağı bu süreçte gözlenmektedir.
Suriyeli çocuk işçiler problemi baş göstermeden önce de Türkiye’de çocuk işçilik problemi yaşanıyordu. Çoğu Türkiye’li çocuk, Suriye’li çocuğun gelmesinden sonra rahatça iş bulamadıklarını, işverenlerin kendileri çalışmaz ise, kolaylıkla Suriye’li çocukları daha ucuza çalıştırabileceklerini belirterek, çoğu zaman zorbalığa ve istismara maruz kaldığını ifade etmektedir. Türkiye’de Suriye krizi ile birlikte, çocuk işçiliği probleminin daha da artacağı açık şekilde ortaya çıkacaktır. 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun uygulama boyutunda çeşitli sorunların olması nedeniyle çoğu Türkiyeli ve Suriyeli çocuk, ortak kayıp kuşak tanımı ile adlandırılması kuvvetle ihtimal dahilindedir.
Bu nedenle başta ensar ve muhacir ilişkisi içinde evlerini açan çoğu yerel halkın, Suriyelilere karşın giderek artan bir öfke içinde olduğu görülmektedir. Özellikle Suriyelilerin kendilerinden daha ucuza çalışması ile sessiz fakat hızlı içimde artan işsizlik ve hayat pahalılığı ileride nasıl bir iç çatışma ve nefret söylemleri getireceğini insan hakları alanında çalışanları, endişeye sevk etmektedir. Bu nedenle var olan sosyal politikaların ve Cumhuriyet tarihinde itibaren oluşturulmayan göçmen politikalarının eksikliği her alanda etkin olan görülmeye başlanmıştır.
Suriyeli mülteciler gelmeden önce de, Türkiye toplumunda yoksulluk, cinsiyete dayalı şiddet, çocuk işçiliği, çocuk suçluluğu, ucuz işçilik, eğitim politikalarının yetersizliği ve kapsayıcı olmamaları yaygın olan problemlerdi. Suriye krizi ile mevcut olan bu problemler daha da belirginleşmeye başlamıştır. Çeşitli insani yardım örgütleri bu konularda muhtelif farkındalık geliştirme çalışmaları yapmaya çalışmaktadır. Devlet kuruluşları da bu konuda kapsamlı ve kalıcı olmayan hizmetler sağlamaya çalışmaktadır.
Lakin, sosyal entegrasyonu sağlamaya insani yardım örgütleri ve devlet kuruluşları, gerçekten Türkiye’de sosyal entegrasyonu gerçek ve doğru olarak yapabiliyorlar mı? Bu konudaki cevap tartışmalıdır. Mültecilerin, Türkiye toplumuna entegrasyonu sürecinde, sadece mültecilere yönelik yapılan çalışmalar entegrasyonu sağlamamakta, bilakis yerel halk ve Suriyeliler arasında giderek artan nefreti kışkırtmaktadır. Çünkü bir toplumun, başka bir topluma entegrasyonu sağlanırken, iki toplumun niteliklerinin de geliştirilmesi gerekmektedir. Çoğu insan hakları savunucusunun, hak temelli çalışmalarında sadece Suriye toplumuna yönelik yaptıkları çalışmalar hem yetersiz kalmakta hem de insan hakları evrenselliği ilkesinden uzaklaştığını göstermektedir. Çünkü Türkiye ne bir Avrupa ülkesi kadar sosyal devlet anlayışına sahip, ne de Amerika’da var olan göreceli demokratik ve özgürlüklerin yaşandığı bir ülkedir. Bu nedenle, Türkiye’de Suriyeliler gelmeden önce var olan sorunlar hali hazırda da yaşanmaya devam etmektedir.
21. yüzyılda da devam eden milliyetçiliğin, Türkiye’de giderek daha da keskinleştiği bir ortamda, sosyal politikaların daha da kapsayıcı nitelikte olması gerekmektedir. Sosyal entegrasyonda, insan hakları savunucuları ve politika yapıcılar, Türkiye’de mevcut dezavantajlı grupları ve Suriyelileri mültecileri de kapsayacak politikalar ve hizmetler geliştirmelidirler. Aksi takdirde, sunulmakta olan hizmetler ve entegrasyon projeleri, geleceği giderek belirsizleşen Suriyeliler ve Türkiye’li yeni hassas gruplar arasındaki çatışmaların azaltılması yerine çoğalmasına neden olacaktır.