Kredi Riski Yönetimine İlişkin Uygulamalar ve Öneriler
Kredilerin Kaynağı
Bankaların temel fonksiyonu olan “kredilendirme” işleminde, fon talebi olan (kredi müşterisi) kişi ve kurumlarla, fon arzı sağlayabilen (mevduat müşterisi –mudi- veya kreditör) kişi veya kurumlar banka tarafından sağlanan bir organizasyon çerçevesinde karşı karşıya getirilmektedir.
Bankalar, aslında birbirini tanımayan bu iki taraf arasında çeşitli düzenlemeler yapmak ve sistemler oluşturmak suretiyle “güven” tesis edilmesini sağlamaktadır. Söz konusu “güven”, banka tarafından fon talebinde bulunan kişi veya kurum adına fon arzını sağlayan kişi veya kurumlara yönelik olarak ve “gayrikabili rücu”, yani bir kez taahhüt edildikten sonra bu taahhütten geri dönülemez bir şekilde tesis edilmektedir.
Bankaların Kredilerle İlgili Sorumluluğu
Bu anlamda, banka fon arzı sağlayan kişi veya kurumun doğrudan ve tek muhatabı olmakta ve bu kişi veya kurum tarafından kendisine emaneten ( geri iade edilmek üzere), teslim edilmiş fon tutarının geri ödenmesine ilişkin sorumluluğu (Mevduat Sigorta Fonu uygulaması, Bankalar Kanunu’ndaki ilgili hükümler ve net varlık seviyesi tarafından çizilen sınırlar çerçevesinde) üstlenmektedir. Bununla birlikte, bankaların belgeler üzerinde yer alan sorumluluklarına karşılık fiili sorumlulukların ne olabileceği esasen nihai olarak bankaların tasfiye sürecine bağlı olarak şekillenebilecek bir husustur. Bankaların fon arzını sağlayan müşterilerine karşı olan sorumlulukları “hukuki” ve “uygulamaya” yönelik bir konu olup, bu hususa bir başka yazı konusunu oluşturduğu için burada daha detaylı olarak değinilmeyecektir.
Kredilendirme Sürecine İlişkin Temel Riskler
Bankalar üzerlerinde oluşan bu önemli sorumluluğu, sağlanan fon arzının kullanmasına yönelik düzenlemeler ve sistemler oluşturmak suretiyle fon talebinde bulunan kişi veya kurumlara yansıtmaktadır. Sorumluluğun yansıtılmasındaki temel araç ise bankalarca fon talebinde bulunan kişi veya kurumlardan alınan “teminatlar” olmaktadır. Teminat, bankalar tarafından kredi kullandırılması aşamasında kredi kullanan kişi veya kurumlardan alınan ve kredinin geri ödenmemesi veya ödenememesi durumunda paraya çevrilmek suretiyle söz konusu kredinin ve fer’i, yani ikincil alacakların (tahakkuk etmiş her türlü faiz, komisyon ve masrafın) tasfiye edilmesini, yani ödeme yapılarak tamamen kapatılmasını sağlayabilen her türlü değerdir. Uygulamada, bankaların genellikle belirli tür teminatlar (ipotek, çek, senet, kefalet, rehin vb.) üzerine yoğunlaştığı görülmektedir.
Bankaların, fon arzını sağlayan müşterilerine (mudilere ve/veya kreditörlere) karşı olan geri ödeme sorumluluğunu tam olarak yerine getirebilmesi söz konusu teminatların iki temel niteliğiyle çok yakından ilgilidir: 1) Teminatın Piyasa Değeri 2) Teminatın Likide Edilebilme Kapasitesi.
“Teminatın Piyasa Değeri” kavramı, teminatın alındığı tarihle teminatın (kredinin geri ödenmemesi veya ödenememesi durumunda) nakde çevrileceği tarih arasında meydana gelebilecek bir “değer düşüklüğü” riskine işaret etmektedir. Tahsis edilen krediyle aynı para birimine sahip olmak kaydıyla, en risksiz teminat “nakit” olmaktadır. Nakit teminat, gerektiğinde doğrudan kullandırılan krediye mahsup edilebilmekte ve kredi tutarını tamamen karşılayabilmektedir. Ancak nakit dışındaki teminatların ise paraya, yani nakde dönüştürülebilmesi için bu kıymetlerin ilgili olduğu piyasalarda fiyatlanması ve / veya bu tür bir fiyatlama için belirli bir zaman geçmesi gerekmektedir. Teminatın diğer piyasalarda fiyatlanması çerçevesinde söz konusu piyasaya hakim arz ve talep koşulları ile sistematik ve sistematik olmayan riskler devreye girmekte, bu durum ise teminatın alındığı tarihteki piyasa değeri ile nakde çevrilmeye çalışıldığı tarih arasındaki değeri arasında negatif yönde bir fark oluşmasına da yol açabilmektedir. Diğer bir ifadeyle, alınan teminat verilen kredinin tam olarak geri ödenebilmesini sağlayamamaktadır. Bu hususu açıklamak üzere şöyle bir örnek verilebilir: TL cinsinden kullandırılan bir kredi için herhangi bir döviz cinsinden teminat alınmış olduğunu varsayalım. Böyle bir durumda, kredinin geri ödenmemesi söz konusu olduğunda, döviz cinsinden teminatın nakde dönüştürüleceği tarihteki piyasa değeri, verilmiş olan kredinin tam olarak kapatılıp kapatılamayacağını (geri ödenip ödenemeyeceğini) belirleyecektir. Eğer ilgili döviz kuru , döviz cinsinden teminatın paraya çevrileceği tarihte düşmüş ise teminatın nakdi değeri azalmış olacaktır. Bankalar, değerleri ikincil piyasalarda belirlenen teminat aldıklarında genellikle belirli bir teminat marjı (ilavesi) uygulayarak alacakları teminat tutarını belirlemeye çalışmakta ve bu şekilde herhangi bir anda teminatın nakdi değerinin kullandırılan kredi tutarının (ve faizlerinin) altına düşmemesine çalışmaktadır.
“Teminatın Likide Edilebilme Kapasitesi” kavramı aslında kısmen “Teminatın Piyasa Değeri” kavramıyla ilgili olmakla birlikte, daha çok teminatın nakde çevrilmesi aşamasında kaybedilecek zaman ve talep düşüklüğü çerçevesinde oluşabilecek riskleri ifade etmektedir.
Bazen, verilen kredinin geri ödenmesini sağlayabilecek bir teminat, nakde çevrilme aşamasında fazla zaman geçmesinden ve/veya bu teminatı nakit ödeyerek satın alabilme kapasitesine sahip yeterli sayıda istekli alıcı bulunamaması nedenleriyle zamanında nakde çevrilememekte ve teminatın nakde dönüştürülmesi neticesinde kredi ile buna bağlı fer’i (ikincil) alacakları karşılayabilecek seviyede bir nakit ortaya çıkamamaktadır. Bu hususu da şu şekilde örnekleyebiliriz: Kullandırılan bir kredinin teminatı olarak bir meyve bahçesinin ipotek alındığını düşünelim. Bu tür bir kredi geri ödenmediğinde alınan ipoteğin paraya çevrilmesi aşamasında meyve bahçesi tarımsal bir arazi olduğundan bu taşınmazı satın almaya talip olacak kişi veya kişiler, ilgili yasal düzenlemeler çerçevesinde bu taşınmaz üzerinde tarımsal olmayan bir amaçla herhangi bir tasarrufta bulunamayacak olabilir. Böyle bir durum, söz konusu taşınmazın satışını, asıl amacı bir meyve bahçesi bularak, bu bahçede tarımsal faaliyetlerde bulunmak olan bir potansiyel alıcı bulunmasına kadar geciktirebilir. Farklı amaçlara sahip çok sayıda potansiyel alıcıların arasından bu kadar spesifik bir amaca sahip bir alıcı bulunması olasılığı elbette daha düşük olacaktır. Bu tür bir teminatın nakde çevrilmesi sırasında yitirilecek zaman ve potansiyel alıcı yetersizliği bankanın özellikle fer’i (ikincil) alacaklarının artmasına ve sonuç olarak taşınmaz niteliğindeki teminatın nakde çevrilmesi sonucunda elde edilecek nakdin banka açısından doğmuş veya doğacak alacakları karşılamamasına yol açabilir.
Yukarıda belirtilen hususları bir genelleme yaparak “teminatların kalitesine ilişkin riskler” olarak adlandırmak mümkündür. Ancak bu risklerden çok daha önemli olan bir başka risk daha bulunmaktadır. Bu risk kredilendirme kararının alınmasına dayanak teşkil eden “kredibilite” olgusundan kaynaklanmaktadır.
Kredilendirme sürecinde kredibilite ile ilgili riskler genel olarak a) kredibilitenin doğru bir şekilde tespit edilmesi b) kredibilitenin sürdürülebilirliğinin izlenmesi c) kredibilite ile ilgili sorunların yönetilmesi aşamalarında ortaya çıkmaktadır.
Kredibilite, kısaca kişi veya kurumların bir bankadan kredi kullanabilmesi için sahip olmaları gereken ve çok çeşitli faktörlere göre belirlenen “yeterlilik” seviyesini ifade eder. Kredibilitenin belirlenmesi aşamasında ağırlıkla üzerinde durulan husus “kredinin geri ödenmesini sağlayabilecek düzeyde” nakit akışı olması ve/veya yeterli seviyede mal varlığı (servet) bulunmasıdır. Bu hususlar önemli olmakla birlikte, en az bunun kadar önemli bir diğer husus da kredi kullanan kişi veya kurumun almış olduğu krediyi “geri ödeme isteği”dir. Bankacılık uygulamasında bu kritere “moralite” (finansal ahlak, ödeme niyeti, taahhütlere bağlılık) denilmektedir. Subjektif bir olgu olan moralitenin tespiti kolay değildir. Moralite aynı zamanda olumsuz koşullanmalar sonucunda ani değişkenlikler de gösterebilmektedir.
Nakit döngüsü, mal varlığı seviyesi ve moralite gibi olgulardan hareket etmenin yanı sıra bankalar ayrıca “finansal analiz”e de (mali tahlil) başvurarak kredibilite konusunda karar oluşturmaya çalışılmaktadır. Bireysel kredi müşterileri açısından finansal analiz çalışmalarında genel olarak ücret veya gelir seviyesi, çalışılan yıl, sahip olunan mal varlığı (servet), aylık rutin ödemeler ve geçmiş kredi ödeme alışkanlıkları dikkate alınmaktadır. Kurumsal açıdan ise finansal analizde çoğunlukla kurumların finansal tabloları (bilanço, gelir tablosu, nakit akım tablosu, fon akım tablosu, öz sermaye değişim tablosu vb) ve kredi-çek-senet kullanımına ilişkin merkezileştirilmiş bilgi kayıtları kullanılmaktadır. Doğası gereği statik bir değerlendirme olan finansal analiz, muhasebe sistematiğinin sağladığı uygulama esneklikleri (finansal tablo makyajları !) sayesinde, özellikle kurumlar açısından kredibilitenin olması gerektiği gibi tespit edilmesine ve kredibilitenin devamlılığının belirlenebilmesine yeterince katkı sağlayamamaktadır. İşin ilginç yanı, bankaların finansal analistlerinin finansal tablolardan algıladıkları ile kurumların “gerçekte” sahip oldukları finansal tablolar arasındaki farklılık bulunmakta ve bu durum “kredibilite” gibi bir kriterden amaçlanan faydanın yeterince sağlanamamasına yol açmaktadır.
Yukarıda bahsi geçen unsurlar ki bunlar Türkiye bağlamındaki “klasik” bankacılığın düsturu sayılabilecek kriterlerdir maalesef kredibilitenin doğru bir şekilde belirlenebilmesi açısından yetersizdir. Bankacılık sektöründeki sorunlu kredi büyüklüklerinin en temel nedeni kredibilitenin tespiti ve takibiyle ilgili yetersizliklerdir. Bu nedenle kredibilite olgusuna biraz daha derin bakılması gerekmektedir.
Kredibilitenin tespitine ilişkin karar sürecini daha detaylı alt bileşenlere ayrıştırmak mümkündür:
1) Kredibiliteyi Belirleyen Verilerin Ne Olması Gerektiğinin Tespit Edilmesi
2) Kredibiliteyi Belirleyen Verilerin Toplanması
3) Kredibilitenin Belirlenmesini Sağlayacak İş Organizasyonunun Kurgulanması
4) Kredibiliteyi Belirleyen Veriler Arasında Karşılıklı İlişkilerin ve/veya Nedenselliklerin Kurulması
5) Kredibiliteye İlişkin Kararın Oluşturulması
6) Kredibilite Kararlarının Denetimi
7) Kredibilitenin Devamlılığının Takibi ve Raporlanması
8) Kredibilite Düşüşüne Yol Açan Sorunlarının Yönetilmesi ve Kredibilitenin Devamlılığını Sağlayabilecek Önlemlerin Alınması.
Burada bahsi geçen bileşenlerin her biri aslında “Kredi Riski Yönetim Sistemi”nin olması gereken aşamalarından biridir. Detay gerektirdiği için bileşenlere bu yazıda sadece kavramsal seviyede yer vermekle yetinilmiştir.
Kredibilitenin doğru bir şekilde tespit edilebilmesine yönelik aşamalarla ilgili olarak a) veri türlerinden oluşacak veri setinin analizi için bankaya özgü yazılım sistemi oluşturulması b) yazılım sisteminin kredilendirilen birey veya kurumlarla dinamik bir şekilde etkileşim içinde bulunmasının sağlanması suretiyle kredi riskinin daha sofistike bir şekilde yönetimini sağlamak üzere bir “Erken Uyarı Sistemi”nin de kurgulanması mümkündür.
Günümüzde finans sektörü açısından son derece önemli bir husus olan rekabet ile bireysel davranış kalıplarının veya kurumsal faaliyet yapılarının giderek karmaşıklaşması dikkate alındığında, bankaların kredilendirme sürecine ilişkin değerlendirme kriterleri açısından daha detaycı ve sofistike olması gerektiği düşünülmektedir.