Ah Şu Sabırsızlık...
Ne geliyorsa başımıza şu sabırsızlık meretinden geliyor milletçe. Hemen hemen her alanda bu konuda birer uzmanız çoğumuz. Akdenizli olmaktan mıdır, yoksa özel olarak mı genlerimizde mevcuttur bilmiyorum ama gerçekten çok önemli sorunlarımızdan bir tanesi sabırsızlık. Haydi böyle de bir eksiğimiz oluversin diyelim. Ama yarattığı o kadar çok olumsuz sonuç var ki maalesef, ta iş hayatından özel hayatımıza kadar uzanan. Yalnız, millet olarak toplumsal olaylara karşı olan tepkisizliğimizi sabırlı olmakla karıştırmayalım lütfen. Çünkü o sabırlı olma değil, duyarsızlık ve farkında olamama durumu ki tamamen ayrı bir yazının konusu.
Burada bahsettiğim içi içine sığamama hali, genelde anlık olaylar sırasında ortaya çıkan, sonuçları özensizlikten, kazalara, travmalara kadar geniş bir yelpazeye yayılan beyne kan gitmeme durumu ve bunun sonuçları. Birçoğumuzda sıkça ortaya çıkan bu hali en çok trafikte, istemediğmiz durumlarla karşılaştığımızda iş arkadaşlarımıza, dostlarımıza hatta ailemize karşı pek çok şekilde, çabuk bitirmeye çalıştığımız işlerde ve bunun gibi değişik alanlarda gösterebiliyoruz.
İş hayatında; ister büyük bir şirket olsun, ister küçük bir dükkan maalesef ki şu durumu çok sık gözlemliyorum memleketimde. İşler yeter ki bitsin de nasıl biterse bitsin diye bir “çabucacık hallediverme”, bir “ öyle oluverse de olur”, bir “aman fazla kurcalama başımıza iş çıkarma” “fazla detaya girme üstünden yapıver” ve benzeri bakış akışları maalesef ki iş yapış şeklimize nüfuz etmiş durumda. Bana göre yenilikçi fikirler geliştiremememizin, fikir geliştirsek de hayata geçirecek gayreti gösteremememizin en büyük suçlusu içimizdeki bu sabırsızlık hali. Sadece yeni atılımlar konusunda değil, aynı zamanda elimizdeki rutin işler konusunda dahi kronik sabırsızlığımız sebebiyle genel bir özensizlik ve baştan savma hali mevcut. Evet belki pek çok millete oranla birçok alanda daha eli çabuk ve becerikliyiz ama şu da kesin bir gerçek ki “aman hemen oluversin, bitiversin” bakışımız dolayısıyla da oldukça özensiziz.
Yine aynı şekilde trafikte, bir yere yetişirken, kuyruk beklerken adeta birer canavara dönüşüyoruz. Hadi kendi kontrolümüzdeki işlerde “hemencecik hallediverip” sabırsızlığımızı tatmin ediyoruz. Bu tip kontrolümüz dışı durumlarda tam anlamıyla kendimizden geçebiliyoruz. Mesela bunun içindir ki sırada beklerken “kaynak” yapma gibi bir konsept bize özgü olarak ortaya çıkmıştır. Çünkü kanda sabra neden madde azaldıkça artık kontrol dışı haller ortaya çıkmaya başlar. En sonunda da sonucu illaki zararla sonuçlanan ya şuursuz bir hareket, ya da bir söz olarak ortaya çıkar. Aynı şekilde trafik sıkışıklığında, aynı şekilde yolda yürürken, alışveriş yaparken.. O kadar ki olaylara karşı bu tahammülüzlüğümüz bir süre sonra insanlara karşı tahammülsüzlüğe dönüşüyor ve bir anda kendimizi hiç tanımadığımız, aramızda herhangibir ilişki olmayan insanlarla çatışma halinde buluveriyoruz.
Sabırsızlığın diğer bir farklı boyutu da kişisel ilişkilerde ve iletişimde ortaya çıkıyor. İş, özel, arkadaşlık, aşk farketmez sabır eksikliği sonucu ortaya çıkan son söyleyeceğini ilk söyleme hali herzaman ama herzaman insanı dezavantajlı duruma sokar. Ne demişler, “insan söylemediği sözün efendisi, söylediği sözün kölesidir. Buna yüzde yüz inanıyorum. Durum ne olursa olsun, sabırsızlık eseri ağızdan çıkan kelimelerin neredeyse tamamı günün sonunda madur eder insanı. Çünkü söylenen sözler istenmeden söylenmiş dahi olsa, genelde son pişmanlık fayda etmez maalesef.. Bir anlık adrenalinin neden olduğu çeneyi tutamama durumu aşktan işe kadar pek çok ilişkiyi zedeler bazen de bitirir.
Son olarak hayatı ve fırsatları değerlendirirken sabırsızlığın etkisinden biraz bahsetmek istiyorum. Çoğunlukla hayallerimiz ve hedeflerimiz de bizi sabırsızca kararlar almaya, olmayacak şeyleri fırsat zannetmeye itiyor. Amaçlarımıza ulaşma isteğimiz ne kadar yoğunsa o kadar güçlü bir sabırsızlık sarıyor bizi ve haliyle isabetsiz, zamansız pek çok yanlış karar almaya itiyor. Halbuki bazen her işin ve olayın doğal bir süreci vardır, ne yaparsanız yapın o süreç boyunca sabretmek zorundasınızdır. Dolayısıyla hayat kısa, enerji sınırlı olduğu için de her alınan yanlış karar zaman, moral ve enerji kaybettirir bize.
Kısacası sabır çok hassas bir mevzu, insan olmanın gereği mükemmel şekilde her olay karşısında akl-ı selim davranmak tabii ki çok zor. Fakat hayata daha geniş, daha pozitif bakabilmek, yaptığımız işlerin, kurduğumuz ilişkilerin kalitesini düşürmemek için “sabırlı” davranmanın “aklı-selim” davranmak olduğunun farkında olabiliriz. Bu farkındalığı yaratmak için sabırsızlığı yaşatan ana odaklanmak yerine, olayın, işin, ilişkinin konu herneyse öncesini, sonrasını, önemini aklımızdan çıkarmamayı öğrenebiliriz. Böylece bizi başarıya götürecek bir projeyi o anlık sabırsızlığmız uğruna daha baştan savma yapmaktan , bizim için çok önemli bir ilişkiyi bir anlık kızgınlığımız yüzünden zedelemekten ya da ağzımızdan öfkeyle çıkan bir söz yüzünden itibar kaybetmekten kendimizi koruyabiliriz.
imza: Feyza Çoban
Retired
8yEvet, gercekten belirgin bir ozellik bu insanimizda. Eger insanlar sakin kafayla dusunmeyi basarabilseler kirmizi isikta gecmeye calismanin ya da baskalarini iterek kakarak otobuse binmemin kendilerine pek bir sey kazandirmadigini aksine cok sey kaybettirdigini gorecekler. Isin ilginc tarafi, sabirsizlik bize zamandan tasarruf saglamiyor. Tam tersi, benim gordugum sabirsiz insanlarin zamani cok kotu kullandigi. Bu verimlilik konusu da ayri bir yazi konusu olabilir
Marketing & Communication Professional | Consultant
8y"Türkiye'den Neden Marka Çıkmaz?" sorusunun yanıtı (da) burada saklı aslında. Özel yaşamımızdaki tüm eksikliklerimiz iş hayatına taşınıyor. Yatırımcı hemen marka olup rakiplerle anılmak ve çook kazanmak istiyor, yönetici patron öyle istedi diye işin temeline, sistemine inemiyor. Ne bir sistem, ne bir arşiv ne de bir stratejik planlama.Kalitesiz ürünler/hizmetler, ay sonunda "fatura keselim" de nasıl olursa olsunlar ve günün sonunda her sürecimizde bi acelecilik, bir yaptım olduculuk, bir ancak bu kadar olurculuk ve sürdürülemez bir iş yaşamı, özel yaşam....