AYDINLANMANIN VE ÇAĞDAŞLAŞMANIN TEK YOLU OKUMAK!
AYDINLANMANIN VE ÇAĞDAŞLAŞMANIN TEK YOLU OKUMAK!
Saygın arkadaşların!
“İnsan okudukça özgürleşir bilgi arttıkça kişinin bilgi evreni balon gibi şişer ve bilmediği şeyleri barındıran evrenle temas ettiği alan genişler”. Yani çapı büyür ve bilmediği çok şey olduğunun farkına varır okudukça özgürleşir cehaletin esaretinden kurtulur o nedenle asla okumaktan vazgeçme ki yaşadığın ülkede neler olup bittiğini far edebilesin!
18. yüzyıl, felsefenin ilk olarak siyasallaştığı yüzyıldır “ Her şeyden önce yürürlükteki siyasal ve dinsel yetkilerin tartışılması gerekiyordu. Aydınlanma böylece bir eylem felsefesi oldu. Felsefe hiçbir dönemde bu kadar somutlaşmamış, bu kadar kavgacı olmamış, yaşayan insanın sorunlarıyla bu kadar ilgilenmemiş, insanlığı bu kadar geniş biçimde kucaklamaya çalışmamış, yeni yaşam koşullarını başlatmada bu kadar etkili, dirençli, istekli görünmemişti.
Sanayi Devrimi’ne açılan bilimsel ve teknolojik atılımların, sermayeciliğin gelişimini sağlayan atılımların getirdiği olumlu ve olumsuz değerlerle ilgili bir genel eleştiriydi. Ancak bu düşünceyi doğru anlamak için onun kaynaklarına inmek zorundayız.
Ama bunun için ne kadar geriye gitmemiz gerektiğini kestirmek her zaman kolay değil. Aydınlanma düşüncesini tarihsel bağlamının dışında sözcük anlamıyla ele alanlar onun kaynaklarını bulmak için çok eski zamanlara inmek gereksinimi duyarlar başlangıç için en doğru ad belki de “Sokrates adıdır”.
Doğrular için canını vermiş olan bu efsane kişilik gerçekten bize doğruların dışında bir yaşam olmadığını, olmaması gerektiğini, olamayacağını duyurdu. İnsan usunun bu noktada yüce aydınlığına kavuşmuş olduğunu sezeriz. Tarih düşünce kahramanlarıyla doludur, insanlığın aydınlığa çıkmasında her birinin çok özel bir yeri vardır.
Böylece “aydınlanma” sınırları belirsiz bir kavrayışın en genel adı olur. Öte yandan, kimileri aydınlanma denince Rönesans’ı anlamak eğilimindedir. Ama Rönesans’ın üç ayrı evrede gerçekleştiğini düşününce iş gene karışıverir. Önemli olan bilgiyi sezgilerimizle değil, tarihe yönelen araştırmacı yanımızla üretmektir.
Kimileri düşlerini gerçekliğe yansıtıp gerçekleri kendilerine göre çizmeye çalışır. Bilmeden bilmek noktasında insan nice yanlış fikir üretebilir. Öte yandan her düşünceyi ancak tarihsel bağlamında ele alırsak doğru olarak kavrayabiliriz. Daha baştan beri birçok düşünce adamı insanlığın aydınlık bir dünyaya kavuşması için çaba göstermiştir; bununla birlikte “aydınlanma” adı tarihsel bağlamında bizi 18. yüzyılla sınırlar.
Aydınlanma bu yüzyılda felsefeyi gerçek anlamda toplumsal dönüşümlerin buyruğuna vermiş düşünürlerin düşünme biçimidir. Felsefe onlarla ilk olarak siyasallaşmış ve dünyayı dönüştürücü bir anlam kazanmıştır. Kavramın sınırlarını daraltırsak, o yüzyılın Fransa’sında durmamız gerekir. O zaman şu sorulabilir: Fransa’dan başka yerde insanlar aydınlanmak istemediler mi? Sorun aydınlanmak istememek sorunu değil, aydınlıklar adına savaşa girmeyi göze alma sorunudur.
Dikkatli bir okuyucu hemen şu soruyu soracaktır: İngiltere’de insanlar aydınlık bir dünyaya kavuşmak istemediler öyleyse. İngiltere tarihini biraz bilenler bu ülkede aydınlanma için savaşımın bir gereklilik olarak yaşanmadığını da bilir.
Çünkü İngiltere’de soylu sınıfıyla yeni yükselen burjuva sınıfı çıkar hesaplaşmasını erkenden yapmış, parlamento çatısı altında ikili düzende bir güçler dengesi kurmayı erkenden başarmıştır. İngiliz isyancı baronlarının Manga Carta’yla kral John’dan zorla haklar elde etmelerinin 1215’de olduğunu düşündüğümüzde, sözünü ettiğimiz dengenin ne kadar erken kurulmaya başladığını anlarız. 17. yüzyılda iki İngiliz Devrimi bu dengeyi biraz daha sağlamlaştırdı. Birinci devrim Charles I’in idam edilmesiyle, ikicisi James II Stuart’ın İngiltere’den çıkarılmasıyla gerçekleşti. Bu yüzden İngilizler Fransa’dan gelen devrim rüzgarlarını çok da önemsemiş değildir.
AYDINLANMA VE ÇAĞDAŞ EĞİTİM!
Bilim ve gelecek bir bilginin topluma yayılması ve toplumsal yarar için çağdaş ve modern eğitim kullanımı için tek yol modern bir eğitimde buluşmakla mümkün. Evreni, doğayı, toplumu ve insanı anlamak canlı tutabilen bilimi ve kitapları okumakla mümkün.
Dinsel Aydınlanma Tartışması?...
“İnsan doğuştan günaha değil, iyiye eğilimlidir” Siyasal yetke kadar dinsel yetkeyi de sarsmaya yönelik bu düşünce geçmiş zamanlarda daha doğrusu Ortaçağ’dan beri inanç düzeyinde yaşanmış olan bir sıkıntıyı da gidermeye eğilimliydi. Aydınlanma MS 4. yüzyılda yaşamış olan, katı dogmacı görüşleriyle tanınan Aziz Augustinus’un ortaya atmış olduğu ve bütün Katolik dünyasının canla başla benimsediği kökel günah takıntısını ortadan kaldırmaya çalışıyordu.
Aziz Augustinus’a göre insan doğuştan günaha eğilimliydi: Tanrı insanın içine bir günaha yönelme düzeneği yerleştirmişti. İşte bu yüzden her inançlı kişi bu durumu bilip yaşamına özen göstermeliydi. Bu günaha eğilimli olma fikri, yarattığı suçluluk duygularıyla bireyleri bunalıma sürüklemiştir. Özellikle günahın ne olduğunu bilmeyen genç insanlar, daha çok da cinsellik çerçevesinde ister istemez duydukları birtakım duyguların altında ezilerek nice sıkıntılar yaşamışlardır.
Aydınlanmacılar dine ilgisiz kaldılar ve Tanrı fikrini öne çıkardılar, böylece tanrıcılık diye adlandırılan bir görüş geliştirdiler. Dinin dogmaları geriye itilince, evrenin mimarı Tanrı düşüncesi ortaya çıktı. Bu dünyanın eşsiz güzellikleri Tanrının bir ürünüydü. Tanrıcı görüş Tanrının varlığını benimserken Kayra’ya karşı çıkıyordu. Bu yaratıcı Tanrı, sayısız güzellikler yaratan bu Tanrı, kayıran bir Tanrı olamazdı. Bu bakış açısı çok yerde yeni bir din gibi algılandı ve benimsendi, bu arada sayısız tartışmaya da yol açtı.
Kökü İngiltere’deki düşünce akımlarında olan bir bakış açısı Fransa’da da yayılmaya başladı, buna göre insan doğuştan günaha eğilimli değil, tam tersine doğuştan iyiliğe eğilimliydi.
Özellikle Rousseau insanın tertemiz doğduğunu, daha sonra bozulduğunu yazıyordu. Birbirleri için iyilikler üreten insanların yaşam formülünü daha önce Spinoza vermiş, homo homini Deus (İnsan insanın Tanrısıdır) demişti. İnsana güvenen, belirgin bir gelişim fikrine yaslanmamak la birlikte iyiye doğru ilerlemeye inanan bu geniş çerçeveli düşünce devinimi, Fransa'nın yürekli aydınlanmacılarını belki biraz da abartılmış bir inanış çerçevesinde yalnız ülkelerinin değil, bütün bir Avrupa'nın hatta bütün bir dünyanın yeni zaman peygamberleri durumuna getirdi.
Fransız Devrimi daha sonra nasıl Fransa'nın sınırları içinde kalmayıp bütün dünyada toplumsal-siyasal yapıları etkilemişse, bu devrimi hazırlayanların görüşleri de çok önceden sınırları aşa aşa bütün dünyaya yayılmıştır.
SONUCU "SORGULAMAK İÇİN GEREKEN TEK YOLU AYDINLANMA VE MODERN VE ÇAĞDAŞ BİR EĞİTİMİ ALMAKLA MÜMKÜN!
“Bin yılı Sorgulamak, Stephen Jay Gould’un, milenyumun anlamının peşine düşen ve takvim bilim, astronomi ve tarihten devşirilmiş ilginç hikayelerle örülü yazılarından oluşuyor”.
Gould, şu üç sorunun cevabını arıyor: Bin yıl tam olarak ne anlama gelir ve bu anlam, İsa'nın yeryüzündeki bin yıllık hakimiyetinden insanlık tarihinin bin yıllık seküler bir dönemine nasıl kaymıştır?
Yeni bin yıl ne zaman başlıyor; 1 Ocak 2030’de mi, yoksa 1 Ocak 2050’de mi? Gould’a göre bu hiç de önemsiz bir mesele değil, çünkü çözümsüzlüğü 20. yüzyıl kültürel tarihi hakkında bir fikir veriyor. Ve son olarak, niçin takvimlerimiz bizi keyfi bir düzenlilik aramaya ve bin yıl düşüncesi karşısında büyülenmeye itecek kadar karmaşık olmak zorunda?
Gould’un bin yıl meselesi üzerinden insanlığa bakarken değindiği tarihsel ve bilimsel olgular arasında, farklı takvim uygulamaları, bir 6. yüzyıl keşişinin sonuçlarını halen yaşamakta olduğumuz kronoloji hataları ve otistik bir gencin, geçmiş ve gelecek günlerin haftanın hangi gününe geldiğini hesaplama yeteneğini geliştirmesi de var.
Yazdığı her popüler bilim kitabı çok satanlar arasına giren biyolog Stephen Jay Gould, binyılı sorgularken de zeki ve eğlendirici olduğunu biz insanlar kanıtlamış oldu... Saygı ve sevgilerimle Ali Berham ŞAHBUDAK…