Karbon Ayak İzi: Şirketler İçin Kullanışlı Bir Aldatmaca Yöntemi
Küresel iklim değişikliği hakkında endişelenen milyonlarca insan, karbon ayak izlerini küçültmenin yöntemlerini arıyor. Google’da ‘carbon footprint’ (karbon ayak izi) diye aratmak, 170 milyonun üzerinde sonuç çıkarıyor.
Daha az araba kullanmak, toplu taşıma veya bisikleti tercih etmek, vegan beslenmek, evlere güneş paneli veya ısı pompası taktırmak ve genel olarak daha az tüketmek, sık başvurulan yöntemlerden bazıları.
Ancak çevre endişesi taşıyanlar tarafından benimsenen ve birçoklarının da yaşam tarzından suçluluk duymasına neden olan bu kavramın ortaya çıkışı, iklim değişikliğine dair kaygılara değil, milyonlarca dolarlık bir yeşil aklama örneğine dayanıyor.
1990'lı yıllarda, henüz ‘karbon ayak izi’ kavramı ortaya atılmamışken, yalnızca ekolojik ayak izimizden söz ediyorduk.
Şehirlerin ve uluslararası ticaretin yükselişte olduğu bir dönemde, kentlerin taşıyabileceği azami bir insan nüfusu olduğunu savunan British Columbia Üniversitesi ekoloji profesörü William Rees, taşıma kapasitesi kavramını daha anlaşılır kılmak için ‘ekolojik ayak izi’ tanımını ortaya attı.
Ayak izi alegorisinin günümüzdeki şöhretine kavuşması, Rees’in uzun yıllar yaptığı çalışmalarla değil, dünyanın en büyük fosil yakıt şirketlerinden BP'nin, imajını daha ‘çevre dostu’ hale getirmek için geliştirdiği pazarlama stratejisiyle başladı.
Ekolojik ayak izi, karbon ayak izine nasıl dönüştü?
2000 yılında büyük bir kampanya başlatan BP, öncelikle logosunu, Yunan mitolojisindeki güneş tanrısı Helios’tan ilham alan bir ay çiçeği sembolüyle değiştirdi. Böylelikle, yenilenebilir kaynaklara yöneleceğinin sinyallerini vermiş oluyordu.
Petrol devi, kampanya başlamadan bir yıl önce, güneş enerjisi şirketi Solarex’ i 45 milyon dolara satın almıştı.
Ancak aynı dönemde, Amerikalı petrol şirketleri Amoco ve ARCO ile sırasıyla 48.2 milyar dolar ve 26.5 milyar dolar, motor yağları üreten Burmah Castrol’le ise 4,73 milyar dolar ödeyerek birleşti.
BP, büyük petrol yatırımlarını sürdürmesine karşın, markasını ‘British Petroleum’ yerine ‘Beyond Petroleum’ (‘Petrolün Ötesinde’) olarak duyurmaya başladı. Televizyon reklamlarından biri, ‘Karanlığın ötesinde aydınlık vardır’ diye başlıyor, sıralanan benzer örneklerin ardından ‘petrolün ötesinde.. BP’ sözleriyle sonlanıyordu. Kampanya kapsamında yayınlanan reklamlardan biri, Profesör Rees’in ‘ekolojik ayak izi’ kavramını iklim değişikliğine uyarlamıştı. ‘Sizin karbon ayak iziniz kaç?’ sorusuyla başlayan reklamda, halka mikrofon tutuluyor ve bu kavramın onlara ne ifade ettiği soruluyordu. Karbon ayak izinin, bireylerin yaptıkları tüketimle yarattıkları karbon kirliliği olduğu açıklandıktan sonra beyaz ekranda şu cümle beliriyordu: ‘Hepimiz daha az emisyona sebep olabiliriz.’
Küresel karbon emisyonlarının üçte birinden sorumlu 20 şirket arasında bulunan BP, iklim krizindeki payını, bireylerle ortak bir zemine çekivermişti.
Devam eden yıllarda şirket, bu kavram üzerinde durmayı sürdürdü. 2004 yılında, dileyen herkesin bireysel karbon ayak izini hesaplayabildiği bir internet sitesi açtı. Yalnızca o sene, 278 binden fazla kullanıcı, siteyi kullanarak karbon ayak izi hesabı yaptı.
Kampanya o kadar başarılı oldu ki 2007 yılında prestijli reklamcılık ödülü Effie’ye layık görüldü. Ödülün gerekçelendirmesinde, kampanyanın ‘zor sorular sorduğu’, ‘gerçeklere dayandığı’ ve ‘eleştirilerden kaçınmadığı’ söyleniyordu.
Ancak kampanyanın başlangıcından bu yana geçen 20 senede, ne ölçüde başarıya ulaştığına dair değerlendirmeler de değişti. Artık BP, reklamcılar tarafından bile, tutmaya hazır olmadığı sözler verdiği gerekçesiyle eleştiriliyor. Kampanyanın kendisi ise, yeşil aklanmanın en iyi örneklerinden biri olarak gösteriliyor.
Nitekim BP, 20 yıl sonra hala petrolün ötesine geçebilmiş değil. 2016’dan bu yana temiz enerji kaynaklarına 3.2 milyar dolar harcayan şirketin, aynı süre zarfında doğalgaz ve petrol arama ve geliştirme süreçlerine 84 milyar dolar harcadığı hesaplanıyor. BP'nin bütçesinin yüzde 88’i, hala fosil yakıtlara gidiyor.
Fakat, dikkatleri kendi üzerinden atıp sorumluluğu bireylere yükleme yöntemi, aslında BP’nin keşfi değil.
Tütün şirketleri, ürünlerinin sağlık tehdidi oluşturduğuna yönelik tartışmalarda, kendilerini savunmak için bireysel sorumluluk ve seçim serbestisi kavramlarını öne sürdü. Benzer şekilde, ABD’deki Ulusal Tüfek Birliği’nin, silah kontrolü talepleri karşısında en fazla başvurduğu argümanlarardan biri cinayetlere silahların değil, insanların sebep olduğu iddiası (guns don’t kill people, people kill people).
Bu hedef şaşırtmanın en unutulmaz örneklerinden biriyse, Keep America Beautiful (‘Amerika Güzel Kalsın’, kısaca KAB) isimli sivil toplum örgütünün 1971 tarihli ‘Ağlayan Kızılderili’ (‘Crying Indian’) reklamı.
Reklamda, Hollywood filmlerinde kızılderilileri canlandırarak ünlenen ve Iron Eyes Cody olarak bilinen İtalyan asıllı Amerikalı aktör, yeşilliklerin içinden bindiği kanosuyla şehre yaklaşırken, plastik atıklarla karşılaşmaya başlıyor.
Bu noktada anlatıcının sesini duyuyoruz: ‘Bazı insanlar, bu ülkenin bir zamanlar sahip olduğu doğal güzelliğe derin ve ebedi bir saygı duyarlar. Bazılarıysa duymaz.’
LinkedIn tarafından öneriliyor
Iron Eyes Cody, saygılı kızılderilileri temsil ederken, saygı duymayanlara örnek olarak, arabadan yol kenarına çöp atan beyaz insanlar gösteriliyor.
Reklam, kızılderilinin gözünden akan bir damla yaşın, yakın çekim gösterilmesi eşliğinde şu sözlerle son buluyor: ‘Kirliliği insanlar başlatır ve insanlar durdurabilir.’
İzleyicilerin çok etkileyici bulduğu ve yıllar içinde adeta kültleşen bu reklamın hikayesiyse fazlasıyla tanıdık.
Keep America Beautiful’un kuruluşu 1953 yılına, ABD’deki Vermont eyaletinin çıkardığı bir yasaya uzanıyor. Yol kenarlarındaki tarım arazilerine atılan tek kullanımlık plastiklerin inek ölümlerine yol açması, eyaleti harekete geçiriyor ve tek kullanımlık içecek kutularını yasaklayan bir yasa çıkarılıyor.
KAB, bu yasanın kabul edilmesinden yalnızca birkaç ay sonra, sorunun tek kullanımlık plastiklerde değil, bunları yol kenarına atan tüketicilerde olduğunu savunmak üzere kuruluyor. Kurucularıysa, daha sonra aralarına Coca-Cola ve PepsiCo’nun da katıldığı, büyük alkolsüz içecek ve ambalaj şirketleri !..
Bu dönemde KAB, bir yandan çöp atma karşıtı kampanya aracılığıyla saygın bir çevre örgütü olduğu algısı yaratırken, bir yandan da daha sıkı atık yönetimi ve geri dönüşüm standartları öneren bir yasa tasarısına karşı çıkıyordu. KAB’a göre kirliliğin nedeni ürünün kendisi değil, onu yanlış kullanan tüketicilerdi. Şirketler yalnızca, modern hayatta gerek duyulan ürünleri sağlıyorlardı.
Benzer şekilde, özellikle gelişmiş ekonomilerde yaşayan bireylerin, hayat tarzlarında yapabilecekleri birçok değişikliğe rağmen, karbon ayak izlerini anlamlı bir şekilde azaltmaları pek de mümkün değil.
Bu durumda, Karbon ayak izi hesaplamalarına odaklanmak, sorunun bu sistemsel niteliğini göz ardı etmek anlamına geliyor. Üretimden kaynaklanan bir sorunu, tüketicilerin alternatif üretme şansı olmamasına rağmen, tüketimi şekillendirerek çözmeye çalışıyoruz.
Araştırmacılar bu yaklaşımı, ‘sorumluluğun bireyselleştirilmesi’ olarak tanımlıyor ve bu anlayışın bireyleri, vatandaştan ziyade tüketici olarak tarif ettiğine dikkat çekiyorlar. Böylelikle bireyler, doğru şeyleri tükettiklerinde (araba yerine bisiklet, et ve süt ürünleri yerine vegan ürünler gibi) krizin çözümüne yardımcı olduklarını hissediyor ve zannediyorlar.
Fakat tüketici kimliğinin bu derece ön plana çıkması, vatandaş olarak öne sürebilecekleri oldukça gerekli ve etkili siyasi talepleri arka plana itiyor. Hatta Nature dergisinde yayımlanan bir araştırmaya göre, karbon ayak izini azaltmak için bireylerin hayat tarzlarında yaptıkları küçük değişiklikler, elle tutulur politikalara desteklerini azaltabiliyor.
Cardiff Üniversitesi’ndeki İklim Değişikliği ve Toplumsal Dönüşümler Merkezi Direktörü Stuart Capstick, bireysel davranış değişimlerinin, sistemsel dönüşümler için kritik olduğunu savunuyor. Buna göre, iklim değişikliğiyle mücadele için sistemsel değişim şart, fakat bu değişim ancak bireylerin talep etmesiyle mümkün olabilir.
Uluslararası Enerji Ajansı'na göre; 2050 yılına kadar gerçekleşmesi gereken emisyon azaltımlarının yüzde 40’ı endüstriyel dönüşümden kaynaklanacak. Azaltımda bireysel davranış değişikliklerinin payı, yalnızca yüzde dört olarak hesaplanmış.
Öte yandan, sistemsel çözümlerin sunulduğu durumlarda, bireylerin bunları destekleyecek adımlar atmaları, büyük önem taşıyor. Emisyon azaltımlarında en büyük pay, yüzde 55 ile, bu işbirliğinden kaynaklanacak.
Karbon emisyonlarındaki payımızın farkında olmak, orta vadede iklim değişikliğinin sınırlandırılmasında büyük rol oynayabilir. Burada önemli olan, fosil yakıt şirketlerinin yeşil aklama stratejilerinin farkında olmak ve onları boşa çıkarmak.
BP’nin karbon ayak izi kavramını ortaya atmasından tam 20 sene sonra, Shell bir tweet atarak kullanıcılara ‘emisyonları düşürmek için neler yapmaya hazırsınız?’ diye sordu. Aldığı binlerce olumsuz yanıttan biri, Kanadalı iklim bilimci Katherine Hayhoe’ya aitti :
"Ne mi yapmaya hazırım? Ülkem Kanada’nın tamamına eş değer miktarda küresel sera gazı emisyonuna sebep olduğunuz için sizi sorumlu tutmaya hazırım. Bunu çözmek için elle tutulur bir planınız olduğunda, bireysel emisyonlarımı ne şekilde düşürebileceğimi konuşmaktan memnuniyet duyacağım."
Yazar : Selin Uğurtaş