Merkel’in Ziyareti: Almanya ve Türkiye-AB İlişkileri İçin Umutlanmak Mümkün mü?
18 Ekim 2015 tarihinde terör, Suriye’deki gelişmeler ve mülteci sorununu görüşmek üzere ülkemizi ziyaret eden Almanya Başbakanı Angela Merkel 6 saatlik programı çerçevesinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu ile bir araya geldi. Görüşmelerde ivedilikle çözüm bekleyen Suriye sorunu, mülteci krizi ve terörle mücadele konularına odaklanılsa da gözler Türkiye-AB ilişkilerinin geleceğine çevrildi. Nitekim Türkiye-Almanya ilişkilerinin ülkemizin AB üyelik sürecini doğrudan etkileyen bir konumda olduğu biliniyor.
Oldukça eskiye dayanan Türkiye-Almanya ilişkilerinde bugün gelinen noktada Almanya, ülkemizin ekonomi ticaret alanında en önemli ortağı olmayı sürdürmektedir. Türkiye ithalatının ve ihracatının yaklaşık onda birini Almanya ile yapmaktadır. Türkiye pazarına büyük sermayelerle giriş yapan uluslararası şirketlerin menşeine bakıldığında, sayısı 6 bini aşan şirketle ülkemize en fazla yatırımı Almanya merkezli şirketlerin yaptığı görülmektedir. Türkiye ise Almanya’nın 16. en büyük ticari ortağı konumundadır. Türk - Alman ilişkilerini farklı kılan bir başka unsur ise Almanya'yı yurt edinen 2,5 milyondan fazla Türk asıllı vatandaşın bulunmasıdır.
Türkiye-Almanya ilişkilerindeki bu güçlü tablo ne yazık ki ülkemizin AB müzakere sürecinde karşılığını bulamamaktadır. Bunun en önemli sebeplerinden birisi Almanya Başbakanı Merkel ve partisinin Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olan sert tutumu. Göreve geldiği günden bu yana Almanya Başbakanı ve onun görüşlerini paylaşanların Türkiye’nin AB üyeliği konusunda yaklaşımı “müzakere sürecinin yürütülmesini açıkça engellememek, ancak Türkiye’nin AB üyeliğini onaylamadığını belirtmek’ olarak özetlenebilir. Nitekim 2007 yılının ilk yarısında “İşletme ve Sanayi”, “İstatistik” ve “Mali Kontrol” fasıllarının müzakerelere açıldığını, böylece Almanya’nın Türkiye ile müzakerelerde en fazla fasıl açan AB Dönem Başkanı unvanını korumakta olduğunu hatırlatalım. Öte yandan kısa bir süre önce Başbakan Merkel’in Almanya’da bir televizyon programında Türkiye’nin üyeliğine halen karşı olduğu yönümdeki açıklaması ise hafızalarda.
- Alman kamuoyunda Türkiye’nin Avrupalılığı ve AB üyeliğine yönelik şüpheci yaklaşımlar,
- Almanya’da yerleşik bulunan Türkiye kökenli nüfusun entegrasyonu ile ilgili olarak, uzun yıllar “Gast Arbeiter” olarak görülmelerinden kaynaklanan sorunlar,
- Türkiye’nin üyeliği halinde oluşabilecek yeni göç akınları ile ilgili gerçeği yansıtmayan iddialar,
- Alman basınının Türkiye ile ilgili yansıttığı olumsuz imaj,
- Almanya’da Hıristiyan Demokrat geleneğin din konusundaki tutucu yaklaşımı,
- AB’nin son yıllarda krizler sebebiyle içe dönerek, genişleme sürecine temkinli yaklaşması.
Tüm bu unsurlar Türkiye’nin üyeliği konusunu Almanya’da tartışmalı hale getirmekte ve siyasetçilerin bu konuda ileriye yönelik adım atmalarını engellemektedir. Hem Almanya’nın kendi öncelikleri, hem de AB’nin içinde olduğu sorunlar Türkiye’ye olumlu bir perspektif sunulmasını önlemketedir.
Bugün Türkiye’yi, AB’yi ve Almanya’yı ortak bir paydada buluşturan sorunların başında Suriye’de yaşananlar ve mülteci krizi gelmektedir. Uluslararası Göç Örgütü’nün verilerine göre bu yıl içerisinde büyük kısmı Türkiye üzerinden olmak üzere 600 binden fazla göçmen AB ülkelerine ulaşmıştır. Almanya’nın göçmenler konusunda diğer AB ülkelerine kıyasla daha yapıcı bir politika izlediği, bu yıl 800 bin göçmen ve mülteci almayı planladığı biliniyor. Ancak göçmenlere ilişkin izlediği politikanın hem kendi ülkesinde hem de AB içerisinde Merkel’in giderek daha fazla eleştirilmesine neden olduğu da ortada. Bir yandan ekranlarda mültecileri çiçeklerle karşılayan Alman vatandaşları görüntüleri yer alırken öte yandan Almanya’nın Saksonya Bölgesi’nde her Pazartesi düzenlenen PEGİDA yürüyüşleri devam ediyor, Dresden yakınlarındaki sığınmacı merkezlerine neo-Naziler tarafından saldırı düzenleniyor. Öte yandan göçmenlere sınırlarını açan ve diğer AB ülkelerini de bu yükü paylaşmaya çağıran Almanya Schengen Alanı’na zarar vermekle bile itham ediliyor. Tüm bu tabloya Başbakan Merkel’in lideri olduğu Hristiyan Demokrat Parti’nin son seçimlerden bu yana anketlerde giderek düşen oylarını da eklemek gerekiyor.
Almanya Başbakanı göreve geldiğinde bu yana Türkiye’ye dördüncü ziyaretini gerçekleştirmeden önceki durağı Brüksel’deki AB Liderler Zirvesi idi. Bilindiği üzere geçtiğimiz hafta Brüksel’e resmi ziyaret gerçekleştiren Cumhurbaşkanı Erdoğan’a mülteci krizine ilişkin taslak Eylem Planı sunulmuştu. Kısaca Türkiye’ye daha fazla mali ve idari destek verilmesi, insan kaçakçılığı ile koordineli mücadele edilmesi, Türkiye’nin sahil şeridi kontrollerine destek verilmesi gibi önemli maddeleri içeren Eylem Planı’na ilişkin Türkiye ile AB arasında sıkı bir pazarlık yürütüldüğü basına sızdı. Uzlaşmanın hemen ardından gerçekleşen Almanya Başbakanı’nın Türkiye ziyareti, Almanya’nın ve AB’nin mülteci krizinde vakit kaybetmeden hareket etmek istediklerinin açık bir göstergesi.
Almanya Meclisi’nde gündeme gelen ve muhalefet partileri tarafından Türkiye’deki 1 Kasım seçimleri öncesinde yapılması nedeniyle eleştirilen Pazar günü gerçekleşen bu acil ziyaret bizlere bir kez daha Almanya ile Türkiye arasında güçlendirilmiş diyaloğun ve Türkiye’nin AB katılım sürecinin önemini hatırlatıyor. Nitekim taraflar görüşmeler sonrası düzenlenen ortak basın toplantısında Türkiye ile Almanya arasında ikili ilişkilerin güçlendirileceğini, önümüzdeki yıl başbakanlar düzeyinde yeniden resmi temasların gerçekleştirileceğini belirttiler. Tarihsel ve ekonomik bağları bu kadar güçlü olan iki ülkenin ilişkilerini daha da derinleştirmesi hiç kuşkusuz iki tarafı da olumlu etkileyecektir.
Almanya Başbakanı’nın ziyareti sırasında gündeme getirilen en önemli konulardan biri, 2005 yılından beri yürütülen katılım müzakereleri süreciydi. “Enerji”, “Ekonomik ve Parasal Politika”, “Yargı ve Temel Haklar”, “Adalet, Özgürlük ve Güvenlik” ile “Dış, Güvenlik ve Savunma Politikaları” Türkiye’nin açılması konusunda ısrarcı olduğu ve Almanya Başbakanı ile görüşmede ısrarla masaya getirdiği fasıllar oldu. Türkiye, uzun süredir durma noktasında olan katılım müzakereleri sürecinde yeniden bir ivme yakalanmasını istiyor. Sürece değil ama Türkiye’nin üyeliğine karşı olduğunu her fırsatta belirten Almanya Başbakanı ise ziyareti sırasında “Ekonomik ve Parasal Politika” faslında müzakerelerin açılması konusunda çalıştıklarını ifade etti. Bahse konu olan diğer fasılların açılması için de destek vereceklerini söyledi. Türkiye-AB ilişkilerini yakından izleyen herkes aslında bu sözlerin altının doldurulması gerektiğini biliyor. Söz konusu beş fasıldan geriye kalan dördü zaten GKRY tarafından veto ediliyor ve henüz vetoyu kaldırma yönünde bir niyetlerinin olmadığı da Almanya Başbakanı’nın ziyareti sonrası resmi kanallardan duyuruldu. Mevcut kısırdöngüden çıkış için Almanya’nın AB içerisinde nasıl bir ikna stratejisi izleyeceğini hep beraber izleyeceğiz.
Gelişmeler bir kez daha AB üyeliği yolunda ilerleyen, sorunlara AB ile birlikte çözüm geliştiren bir Türkiye’nin önemini ortaya koyuyor. 2005 yılı Türkiye için katılım müzakerelerinin başlaması açısından nasıl tarihi bir öneme sahipse, Almanya ve Başbakan Merkel’in şahsi tarihi açısından da son derece önemli bir yıl. Angela Merkel 2005 yılından beri Almanya’nın en önemli koltuğunda oturuyor. Başbakan Merkel’in Türkiye’nin AB üyeliğiyle ilgili yapıcı olmaktan uzak söylemi bu süre zarfında iç politikada karşılığını bulsa da ortak akıl, Türkiye-Almanya ilişkilerini güçlendirecek ve bu sinerjiyi AB sürecine yansıtacak bir tavır sergilemesinin sadece bugün değil gelecekte de yüzleşilecek sorunların aşılmasında daha etkili olacağını gösteriyor.