Sunumda Hikayeleştirme Neden Önemli?
Fantastik ve bilimkurgu edebiyatın en büyük yazarlarından birisi olan Ursula K. Le Guin’in çocukluğunun önemli bir kısmı, antropolog babasıyla Amerikan yerli kabileler arasında geçer. Hem yazarlığı hem de kişiliği üzerinde etkili olacak bu dönem Guin’e çok şey öğretir. Öğrendikleri arasında belki de en kıymetlisi dinlemenin önemine dair Yurok Kabilesi hakkındadır. “Yurokların sofra adabını hatırlarım, yemekte biri konuşacak olursa, herkes kaşığını bıçağını bırakır ve ağzındaki lokmayı yutup konuşma bitene kadar can kulağıyla dinlerdi.”
Guin’in anlattığı bu hikâye, bize dinlemenin, yani durarak, odaklanarak, an’da kalarak gerçekten dinlemenin ne kadar kıymetli olduğunu hatırlatıyor. Özel hayatımızda bile dinlemeye çok vaktimizin ol(a)madığı bu teknolojik çağda, iş hayatında insanların bizi dinlemelerini nasıl sağlayabiliriz. Özellikle dikkat süresimizin 8 saniyeye düştüğü günümüzde 30 dk’lık bir sunumu, nasıl akılda kalıcı ve ikna edici bir hale getirebiliriz? Sizin için sunumda hikâyeleştirmeyi neden ve nasıl kullanacağımıza dair örnekleri ve çalışmaları derledim. İyi okumalar…
- Artık insanlar ne dinleyeceklerine değil, neden dinlemeleri gerektiğine odaklanıyorlar. Bu yüzden etkileyici bir sunum için ilk başta hikâyeleştirme tekniklerinden en önemlisini kullanmamız gerekiyor. Yani bir sunuma güçlü bir hikâyede olduğu gibi vaat vererek, ilgi çekici bir giriş yaparak veya merak uyandırarak başlayabiliriz.
- Sunumunuzda mutlaka dinleyenlerle bağ kuracak birkaç hikâye anlatmanız, vermek istediğiniz mesajı bir hikâyenin içinde vermeniz çok önemli. İnsanları ikna etmek için gerçeklere ve rakamlara sadık kalabilirsiniz, ancak akılda kalıcı ve ikna edici bir sunum yapmak için rakamlarla birlikte hikâyeleri de kullanmanız gerekir. Çünkü hikâyeler dinleyiciyi zihinsel öğrenme moduna geçirir. Kritik veya değerlendirici bir modda olan dinleyicilerin, söyleneni reddetme olasılıkları daha yüksektir. Eğitim koçu ve çok satan kitapların yazarı Margaret Parkin'e göre, hikâye anlatımı “İçimizde, çocuklarda şimdiye kadar mevcut olan, ancak yetişkinler olarak kaybetme eğiliminde olduğumuz duygusal merak durumunu yeniden yaratır. Bu çocuksu durumdayken, verilen bilgiye daha açık ve ilgi gösterme eğiliminde oluruz.”
- Sunum yaparken akademik ve didaktik bir dil kullanmamaya özen gösterin. Konuşmanızı metaforlar, analojiler, tasvirler ve samimiyetinizle daha gerçekçi bir hale getirebilirsiniz. Kullanabileceğiniz daha anlaşılır kelimeler her zaman vardır. Örneğin “etnografik araştırma” yerine “insanların ne yaptığını izleyeceğinizi” ve “ne aldıklarını ölçeceğinizi” söyleyin.
- Bir sunum yaptığınızda sizi dinleyen insanların ortalama yüzde 40’ı videolardan, şemalardan ve resimlerden öğrenen görsel hafızaya sahip insanlardan oluşur. Diğer yüzde 40'lık grup ise işitsel hafızaya sahiptir yani konferanslar ve tartışmalar yoluyla öğrenmeye yatkındırlar. Geriye kalan yüzde 20'si ise yaparak, deneyimleyerek ya da hissederek öğrenirler. Bunlar da kinestetik öğrenenlerdir. Eğer sunumunuzda vermek istediğiniz mesajı, bilgiyi veya veriyi bir hikâyeyle sunarsanız bu üç gruba da hitap edersiniz. Görsel öğrenenler hikâye anlatımlarını hatırlarlar. İşitsel öğrenenler kelimeler ve hikâye anlatıcısının sesine odaklanırlar. Kinestetik öğrenenlerse hikâyeden gelen duygusal bağlantıları ve duyguları hatırlarlar.
- Tabii etkileyici bir sunum için hikâyeleştirme tek başına yeterli değil. İyi bir sunum için çok fazla prova yapmanız gerekir. Hayranlıkla izlediğimiz TED Talks konuşmaları onlarca kez prova ediliyor. Ne demiş eskiler, amatör olmak için ilk önce profesyonel olmak gerekiyor.
Dinleyenlerin ortalama oranları, ortalama olaral verilse de, nasıl bu kadar net rakamlar olabiliyor? Her sunumda ve her seferinde bu oranlama? Neye göre? Aklıma gelen tek mantıklı açıklama; insanların genelde NLP dağılım oranlarının bunlar olduğu? Böyle bir bilgi var mı? Varsa kaynak? Not: gerçekten okur okumaz, aklıma gelen soru olduğu için sordum, art niyet de aranmasın lütfen.