TÜRK İSTİKLAL MÜCADELESİNİN BAŞLANGICI: 19 MAYIS 1919’DA MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN SAMSUN’A ÇIKIŞI

TÜRK İSTİKLAL MÜCADELESİNİN BAŞLANGICI: 19 MAYIS 1919’DA MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN SAMSUN’A ÇIKIŞI

---***---

Türk İstiklal Mücadelesi”nin başlangıcını, 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa’nın Samsuna ayak bastığı günü Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı olarak kutlamaktayız.

Bugünün anlam ve önemini idrak ederek yaşayan ve yaşatan, Türklük bilinci ve gururu ile Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün önderliğinde gerçekleştirilen Türk İstiklal Mücadelesi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk İnkılabı ve İlkeleri, Cumhuriyetin kurum ve kuruluşları ve değerlerini korumak, geliştirmek ve daha ileriye götürerek “milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkarmak” hedefine ulaştığımızda; Türk milleti, vatanı ve devletine hizmet eden başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ve silah arkadaşları ile şehitlerimize minnet ve şükran borcumuzu bir nebze de olsa ödeme mutluluğunu tatmış olacağız.

Türk İstiklal Mücadelesi’nin başlangıcının 103. yıldönümünün, Türk İstiklal Mücadelesi’ni dün-bugün-yarın bağlamında anlama, anma ve anlatma, Türklük bilincimizin uyanmasına ve gelişmesine vesile olmasını dilerim.

Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı her birimize ve hepimize kutlu olsun.

---***---

Bu resim için metin sağlanmadı
Bu resim için metin sağlanmadı
Bu resim için metin sağlanmadı
Bu resim için metin sağlanmadı

  “Yüzyıllardan beri Türklerin hâkim olduğu Samsun, 19 Mayıs 1919’da, bizim son tarih devremize damgasını vuran yeni bir yolculuğun başlangıç noktası oldu. 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal’in karaya ayak bastığı dar, uzunca iskele dili, şimdiki kıyı tesisleri arasında kaybolmuştur. Fakat o zaman iskele dili, Samsun kıyısının tek çıkış rampasıydı.

Mustafa Kemal’in hikâyesini canlandırmak için onun yolculuğunu, işte bu kıyı noktasından başlayarak, onun geçtiği yollarda, onun barındığı çatılar altında, onun teneffüs ettiği havayı koklayarak yaşamak lazımdır. Onun Samsun’a misafir kaldığı “Mıntıka Palas Oteli” şimdi gene yerindedir ve Mustafa Kemal Müzesi’dir. Alt katının bir kitaplık işgal eder. Üst kat holünde, odalarında onu hatırlatan bir hava muhafaza edilmeye çalışılır. Duvarlarında tek veya grup resimleri, yazılar asılıdır. Hele bu yazılar arasında onun bu binayı bir gün tekrar ziyaret ettiği zamanki duygularını yansıtan el yazıları çok düşündürücüdür.

Mustafa Kemal’in Samsun’a başlayan, Erzurum’a, Sivas’a uzanan, Ankara’da uzunca bir duraklamadan sonra İzmir’e varan yolculuğunun havasını duymak için, onun açtığı yolları fersah fersah, adım adım aşmalıdır. Onun geçtiği dağlardan, geçitlerden geçip, onun kaldığı evlerin, odaların, onun girip çıktığı, onun düşündüğü, konuştuğu yerlerin, yapılan havasının teneffüs etmelidir. Ancak böylelikledir ki biz, onun çıktığı yolculukta onu izlemiş olabiliriz.” [1]

Mustafa Kemal Paşa, 2 Şubat 1923’te İzmir İktisat Kongresi’ne tahsis edilen İkinci Kordon’da Eski Gümrük Binasında İzmir halkı ile sohbet etmiş, saat 14.30’da başlayan “Türkiye’nin Geleceği Üzerine” yaptığı uzun konuşmasının bir bölümünde; Osmanlı Devleti’nin yıkılışı, Türk milletinin istiklalini kurtarma ve kazanma mücadelesi hakkında şöyle demişlerdir: 

“Efendiler, Osmanlı devleti tarihe karıştı. Ondan evvelki devletler de tarihe karıştı. Fakat gerek o devletleri ve gerek Osmanlı devletini tesis eden aslî unsur, hayatını muhafaza etti; daima hayatını muhafaza etti. (Alkışlar) Çünkü aslî unsurun, milletin, gerçekte kendisini sevk ve idare eden hükûmet tarzıyla, hükûmet heyetiyle, hükûmet şekliyle kati alâkası yoktu. Dolayısıyla bunların tamamı mahkûm oldukları gibi yok olmuşlardır. Ancak aslî unsurun bir zararı vardır ki, o da böyle birtakım hareketlerin faili olmakla, kendini düşünememeye mahkûm kalmasıdır. Bittabi bu zarar, çok büyük bir zarardır.

Nihayet Harbi Umumi içinde milletimizde büyük bir teyakkuz ve uyanış belirmeye başladı. Harbi Umumi'ye girerken ne olacağı belli değildi. Fakat çok büyük vaatler vardı. Az zamanda çok büyük ve parlak zaferlere nail olacağız zannediliyordu. Bunu böyle zannedenler, bu zanlarını millete kabul ettirmek için çok çalışıyorlardı. Mesela dört ay, altı ay kadar kısa bir zaman zarfında bütün bu meselelerin halledilip neticelendirilebileceği kanaati hemen hemen umumiydi. Ben ordu kumandanlıklarından birinde bulunduğum zaman ordunun açlığa ve sefalete mahkûm olduğunu gördüm. Bunu telafi ettirebilmek için icap edenlere danıştığım zaman bana dediler ki, “vakaa biz çok para vaat ettik, çok erzak vaat ettik, ama müddetin bu kadar uzayacağını bilmediğimizden vaat ettik. Yoksa müddetin bu kadar, bir sene, iki sene, üç sene, dört beş sene uzayacağını bilseydik, biz derdik ki, bu mümkün değildir.

 Fakat efendiler, bunu demek isteselerdi de diyemezlerdi. Çünkü öyle bir hükûmet şekli, öyle bir idare tarzı vardı ki, hiç kimsenin o idareye karşı söz hakkı yoktu. Millet girdiği badirenin mahiyetini anlayamazdı, anlayamamakta da mazurdu. Fakat ne vakit ki, ordular, kendi memleketimizi, anavatanı, kendi evlerimizi muhafazada gevşeklik gösterip de Galiçya'da, Romanya'da, Makedonya'da, İran'da, Turı Sina çöllerinde erimeye başladı, o zaman uyanış hâsıl oldu. Nihayet umumi mağlubiyet oldu ve bir mütareke yapıldı. Belki bu mütareke ile bir dereceye kadar memleketin menfaatleri ve milletin şeref ve haysiyeti temin olunabilirdi. Yalnız artık Osmanlı devleti ve bu devleti teşkil eden millet, taarruz edenler gözünde her türlü insani haklardan yoksun görülüyordu. Bunlara karşı verilen sözü tutmamak, hiçbir şeyi icap ettirmeyebilirdi. Çünkü muhatapları hakiki hâlde [gerçekte] bir millet değildi. Belki o milletin başında ve o milleti her suretle sevk ve idare edebilir mahiyette birtakım insanlardan ibaretti. Yalnız o insanları elde etmek veyahut yalnız o insanlar üzerinde etkili olmak, hâkim olmak, memleketimiz ve milletimiz üzerinde arzu edilen baskıları yapmaya kâfi gelebilirdi. Hepimizce malumdur ki, İtilaf devletleri bu mütarekename hükümlerine katiyen riayet etmeye lüzum görmediler. İstanbul'u, Kilikya'yı ve her tarafı işgal ettiler. Ve aynı zamanda bu güzel İzmir'i de işgal ettiler. İstanbul'da ismen bir halife ve padişah ve bunun etrafında yine ismen bir hükûmet muhafaza edildi ve bunu muhafaza için çok çalıştılar. Çünkü bunları muhafaza etmek kendi menfaatları icabı idi.

 Birçok acı vakalar karşısında ve zaten Harbi Umumi'nin üst üste darbeleriyle etkilenmiş olan, uyanmış olan millet ve bu milletin içinde birçok izan sahibi, çok acı düşünceler karşısında kaldılar. İki hareket tarzı vardı. Birisi yapacak hiçbir şey kalmamış olduğuna kanaat etmek; ikincisi yapacak hiçbir şey yoktur, tek bir şey kalmıştır, o da ölmek... Fakat hiç olmazsa vatan hissiyle, millet hissiyle, insanlık his ve şerefiyle ölmek... İnsan gibi ölmek, namuskârane ölmek ve bunu tercih etmek vardı. Yahut düşmanlara, bütün İslâm âlemini zincirle bağlayan ve ayakları ile çiğneyen insanlara boynumuzu uzatmak vardı. Bittabi bizim milletimiz, böyle ağır bir sefalet ve Felâkete boyun eğemezdi, uzatamazdı. Bizim umumi Felâketimiz hiçbir zamanda, hiçbir vakitte milletimizin izzet hislerinden mahrum olması neticesi değildir. Belki milleti izzet hissinden uzak tutmak isteyenlerin yapmış oldukları sahtekârane hareketlerin neticesi idi. (Alkışlar) Çok tabii olarak milletin verebileceği karar, artık dünya yüzünde yaşayacak yüzümüz kalmamıştır, mezara gömülmelidir. Efendiler, bir insan ve insanlardan meydana gelen herhangi bir içtimai heyet ölmeye karar verirse yaşamak için, behemehâl [mutlaka] yaşar. (Alkışlar) Fakat ölmemeye çalışanlar ve ölümden kaçanlar yaşamak için, mutlaka ölürler. Ölümün yalnız maddi olması bahis konusu değildir, manen dahi ölünür…” [2]

 Mustafa Kemal Paşa’nın, Türk İstiklal Mücadelesi/Harbini başlatmak üzere Samsun’a ayak bastığında; memleketin durumu, Türk istiklal mücadelesinde arayışlar/çabalar, milli varlığa faydalı müdafaa-i hukuk cemiyetleri, amaçları ve faaliyetleri, milli varlığa zararlı cemiyetler, amaçları ve faaliyetleri, ordumuzun durumu, müfettişlik görevinin yetki alanı, düşünülen kurtuluş çareleri ve kendisinin “Efendiler, bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da hâkimiyeti milliyeye müstenit, bilâkaydüşart müstakil yeni bir Türk Devleti tesis etmek! Ya istiklâl, ya ölüm!.. kararı ve bu karara dayanarak yaptıkları, Cumhuriyet Halk Fırkasının 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında Ankara’da toplanan İkinci Kurultayında 36,5 saatlik bir sürede altı günde söylediği ve ilk basımı 1927’de yapılan NUTUK’ta yer almaktadır. [3]

 Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü anlamak ve anlatmak, söz ve davranışlarımızda samimi ve tutarlı olmak, dün-bugün-yarınlarda Türklük bilinci ile yaşamak ve bu bilinci yaşatmak, “milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkarmak” yolunda her türlü çabayı göstererek bu hedefi gerçekleştirdiğimizde; başta Gazi Mustafa Kemal olmak üzere silah arkadaşları ve aziz şehitlerimize minnet ve şükranlarımızı, Türk evladı olmanın maddi ve manevi sorumluluğunu bir nebze de olsa yerine getirmenin mutluluğunu yaşarız.

 DİPNOTLAR

 [1] Şevket Süreyya AYDEMİR, Tek Adam Mustafa Kemal 1919-1922, Cilt: II, Remzi Kitabevi, İstanbul 1999, s. 21-22

[2] Sadi BORAK, Atatürk’ün Resmi Yayınlara Girmemiş, Söylev, Demeç, Yazışma ve Söyleşileri, Kırmızı Beyaz, İstanbul 2004, s. 61-62

[3] Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt: I 1919-1920, M. E. B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1970, s. 1-13

Yorumları görmek veya yorum eklemek için oturum açın

Kemal KOÇAK adlı yazarın diğer makaleleri

Diğer görüntülenenler