Zor zamanları nasıl aşabiliriz?
Hayatımız boyunca bizi yere düşüren, yaşama isteğimize zarar verecek ölçüde zorlu dönemlerimiz olmuştur. İşimizi ya da çok sevdiğimiz bir yakınımızı kaybettiğimiz, ağır bir hastalık geçirdiğimiz ve/veya ailemizde sorunlar yaşadığımız dönemleri kast ediyorum. Üstünde yaşadığımız topraklar yüzlerce savaşın gerçekleştiği ve kanların döküldüğü tarihe adını yazdırmış.
Cumhuriyet tarihimiz ihtilaller, iç savaş ve kriz hikayeleriyle dolu. Böyle bir ülkede var olmak hiç de kolay değil. Bence toplum olarak büyük bir buhranın içinden geçiyor ve tarihe tanıklık ediyoruz. Değerlerimiz ve inançlarımızın üzerine oynanan bir siyaset sahnesinde; şaşkına dönmüş, üzüntü ve öfke karışımı duygularla yaşamaya çalışıyoruz. Bir yandan global krizin getirdiği ekonomik zorluklar ve gittikçe artan işsizlik, bir yandan terör ve birbirine düşman edilmeye çalışan bir toplum. Toplum sözleşmesi bozuldu. İnsanlar geleceğe ait aynı inanç ve vaatlere sahip olmadıkları gibi bu inançlardan dolayı birbirlerini yargılamaya ve düşman gibi görmeye başladılar.
Peki zor zamanlar nasıl atlatılır?
Birçok makalemde üstünde ısrarla durduğum değerler konusu hiç bu kadar önemli olmadı. Bir topluluğu toplum, aile, takım yapan ve binanın temeli olan değerlerimiz; bizi bir arada tutan en önemli yapıtaşı değil midir? Ülkemizin sarsıtılmaya ve yok edilmeye çalışılan değerlerini tekrar hatırlamaya ihtiyacı var. Aranızda küçük bir çocukken komşusuna elinde tepsi aşure taşımamış olan var mı? Ya da lokma, irmik helvası vb… Bu kadar basit bir eylemin aslında toplumumuzun yardımlaşma değerinin bir göstergesi olduğunu hiç düşündünüz mü? Yardımlaşma, aile olma, merhamet, misafirperverlik sizce de ortak değerlerimiz değil mi? Bu zor dönemde bu değerleri davranışlarımızla da ortaya koysak sizce bugünkü durumda olur muyduk? Bir düşünün.
Yıllarca ekonomik olarak çok zor koşullarda yaşamış ve eğitim, çalışma, sağlık gibi hayati ihtiyaçları karşılanmayan bir kesimin varlığını yok sayarak yaşamadık mı? Veya sadece farklı soydan geldiği veya inancı bizden farklı olduğu için insanların eğitim, iş bulma ve toplumda kendini ifade etme haklarını ellerinden almadık mı? Yapılan yanlış siyaset karşısında susmadık mı? Toplumu gizli gizli bölünmeye götüren dış güçlerin farkında olsak da, üretmek yerine hızla tüketip onlara sürekli alkış tutmadık mı?
Bir toplum, ancak değerlerini kaybettiğinde bölünür ve artık topluluklar haline gelmeye başlar. Dünyayı ancak bölerek yöneteceğini bilen büyük sermaye sahipleri bu planı sadece bizim ülkemizde mi uyguluyorlar sanıyoruz? Bu güçlerle iş birliği yapan siyasetçiler her ülkede yok mu? Avrupa ve Amerika’da gittikçe daha fazla muhafazakâr partinin seçimi kazanıyor olması sizce bir tesadüf mü? 3. Dünya Savaşı’nın bir din savaşı olarak çıkması planını görmüyor muyuz?
Globalleşmeyi sadece para alışverişi zemininde yaşayarak dünya vatandaşı olma gerekliliğini yok saymadık mı? Mesele toplumsal değerlerimize, örf ve adetlerimize benliğimize sahip çıkarak uluslarararası arenada var olmak iken maalesef biz kopyala yapıştır tekniğiyle sentez yapamadık.
Mesleksizlik sorunu çığ gibi büyürken iş bulma alanı olmadığı halde mahalle arası açılan üniversitelere izin veren kamu kurumlarına hesap sormadık. Sağlık sistemi çöküşe girdiğinde oy verdiğimiz partileri “bunun için planın ne?” diye sorgulamadık. Bütçenin önemli bir bölümü savunmaya ayrılırken “eğitim sistemini nasıl düzelteceksiniz?” demedik.
Erken yaşta emekli olup çalışanların ödedikleri primle geçinenleri sırtımızda taşımayı kabul ettik.
Zorluklar, toplumun ya da bireylerin mühim meseleleri yok saymasından kaynaklanır. Günü kurtaran bir yaşam felsefesi ve ekolojik dengeyi yok sayarak yaşamaktan…Ve elbette kurunun yanında yaş da yanar ve toplum bireyleri kurban rolünü farkında olmadan seçmeye başlarlar. Sessiz bir kabulleniş başlar.
Oysa zor zamanlar bireylerin ve toplumun şapkalarını önlerine alıp düşünme zamanıdır. Biz nerede hata yaptık diye…
Dünya kendi yarattığı bencilliğin bedellerini ödüyor. Tüketim üzerine kurulu bir aç gözlülüğün yansımalarını doğada, iklimlerde de görmek mümkün.
Zor zamanları atlatmak ancak ve ancak “ben ya da biz buraya nasıl vardık? sorularının yanıtlarını açıkça ve objektif bir biçimde konuşabilmek, araştırmak ve analiz etmekle mümkün. Bir olma ihtiyacının yaşamı devam ettirmek için gerekli olduğunun bilincine varmakla…
Yunus Emre’nin dediği gibi:
“ Beni bende demen, bende değilim.
Bir ben vardır bende benden içeri”
Zaman, birbirimizi duyma, işitme zamanıdır.
Zaman, komşumuz aç yatarken uyumama zamanıdır.
Komşu, komşunun külüne muhtaçtır.
Zor zamanları atlatmak:
· Farklılıkları reddetmek yerine dünyadaki herkesi büyük bir puzzlle’ın parçaları gibi görmekle mümkün. Birbirini yan yana geldiğinde tamamlayanlar olduğu gibi birbirinin içine girme olasılığı olmayanların da varlığını kabul etmekle…
· Bu dünyada neden var’ım ve bu insanların neden umrunda olsun sorusuna verdiğimiz yanıtlarda gizli…
· Yediğimiz her lokmayı yanımızdakiyle paylaşma niyetinde…
· Öğrendiklerimizi paylaşarak bilgiyi çoğaltmakla
· Balık vermek yerine balık tutanları artırmakla
Unutmayalım ki; Allah dağına göre kar verir.
Başak Tecer