Yükseköğrenim Ekonomisi: Sektörel Bir Analiz - I

Yükseköğrenim Ekonomisi: Sektörel Bir Analiz - I

Tüm eğitim kurumları gibi üniversiteler de (vakıf ya da kamu olsun) kar etme amacından ziyade, eğitimle ilgili sahip oldukları misyonlarıyla tanımlanan kurumlardır. Bu özellikleri eğitim kurumlarını esas olarak hissedar ve sahipleri için kazanç elde etmeyi amaçlayan ticari işletmelerden ayırır. Diğer taraftan, her organizasyon gibi eğitim kurumları için de kurumun finansal yapısının sağlamlığı ve finansal sürdürülebilirliği kurum misyonunun gerçekleşebilmesi için çok önemli bir yere sahiptir. Bu açıdan eğitim yöneticilerinin bir taraftan kurumun geleceğini akademik açıdan şekillendirecek ve kurumu ileriye taşıyacak vizyona sahipken, diğer taraftan bu kurgunun hayata geçmesine olanak sağlayacak finansal süreçleri de etkin yönetebilmesi organizasyonun başarısında kritik bir rol oynayacaktır.

Bu yazı dizisinin amacı tüm eğitim kurumlarında, ama özellikle üniversitelerde karar verici konumda bulunan yöneticilerin iktisat teorisinden ve sektör analizinden nasıl faydalanabileceklerine dair bir perspektif sunmaktır. Eğitimciler için eğitim misyonunun ve hayata bir insan yetiştirmenin manevi karşılığı maddi karşılığının ötesindedir. Aksi durumda, bir öğretmenin ya da akademisyenin yaptığı işten mesleki tatmin duyması zordur. Bununla birlikte, finansal olarak iyi yönetilen ve finansal sonuçları olan kararları doğru alan eğitim kurumlarında tüm çalışanların mesleklerinden aldıkları maddi ve manevi tatmin duyguları yüksek olacaktır.

Pandemi ve yüksek enflasyon döneminin her açıdan en fazla etkilediği sektörlerin başında eğitim sektörü gelmektedir.

Bu konunun önemi Türkiye'de özellikle son birkaç yıldır eğitim sektöründe yaşanan finansal zorluklar sebebiyle daha da artmıştır. Maliyet artışları sebebiyle tüm eğitim kurumlarında gelir-gider dengesinde bozulmalar yaşanmıştır. Eğitim kurumları enflasyon kaynaklı maliyet artışlarını aynı oranda gelirlerine yansıtamamış, bu sebeple sektörde genel olarak bütçe dengesi ile ilgili sorunlar gözlenmiştir. Bu sorunlar direkt olarak öğretmen, akademisyen ve idari çalışanların maaşlarını olumsuz etkilemiş, eğitim sektörü çalışanları reel olarak refah kaybı yaşamıştır. Pandemi ve yüksek enflasyon döneminin her açıdan en fazla etkilediği sektörlerin başında eğitim sektörü gelmektedir.

Bu durumda eğitim yöneticilerinin akademik bilgi-birikim ve vizyonlarıyla birlikte, finansal etkileri olan kararları nasıl verdikleri konusu daha da önem kazanmıştır. Ayrıca, bu sürecin yönetiminde özellikle vakıf kurumlarının kendilerine has bazı özellikleri önem arz etmektedir. Yukarıda bahsettiğim gibi, bu kurumlar doğaları gereği kar amacı güden yapılar değil, vakıf senedindeki kuruluş amaçları doğrultusunda faaliyet gösteren kurumlardır. Bununla birlikte, vakıf yöneticilerinin hem kuruluş amaçları doğrultusunda hareket etme hem de vakfın finansal sürdürülebilirliğinin sağlanması hususunda sorumlulukları bulunmaktadır. Dolayısıyla eğitim vakfı kurumları için "kuruluş amacı, eğitim misyonu ve finansal sürdürülebilirlik" birbirinden ayrılmaz bir bütünlük oluşturmaktadır.

... bütçe disiplininin daha da önem kazandığı koşullarda üniversitenin uzun vadeli akademik kalite ve misyonuna zarar vermeden, hangi harcamalar nasıl azaltılabilir?

Burada kritik sorulardan bir tanesi, kurumun eğitim misyonuna bağlılığı ile finansal sürdürülebilirliğinin paralel ilerlemediği durumlarda nasıl davranılması gerektiğidir. Örneğin, bütçe disiplininin daha da önem kazandığı koşullarda üniversitenin uzun vadeli akademik kalite ve misyonuna zarar vermeden, hangi harcamalar nasıl azaltılabilir? Eğer maliyetleri azaltma gereği kaçınılmaz ise, farklı harcama kalemleri arasında hangi kriterlere göre bir değerlendirme yapılmalıdır? Bu soruların tüm eğitim kurumları ve üniversiteler için genel geçer, tek bir doğru cevabı yoktur. Böyle durumlarda her eğitim kurumu kendi özelliklerini analiz ederek, güçlü taraflarını değerlendirerek ve potansiyel harcamaların kurum için marjinal getirilerini hesaba katarak ilerlemelidir. Böyle bir karar verme sürecinde, iktisat ve işletme alanlarındaki bilgi birikimi eğitim yöneticilerine ilgili analizleri yaparken kullanabilecekleri bir çerçeve sunabilir.

Bu çerçeveyi oluştururken önce üniversite "sektörünün" kendine has bazı iktisadi özelliklerini hatırlamak faydalı olacaktır. Üniversiteler ve genel olarak eğitim kurumları başlangıç yatırımının çok yüksek olduğu ve hava yolu şirketlerinde olduğu gibi "tam kapasite" kullanımının maliyetleri düşürmede önemli bir rol oynadığı kurumlardır. Bu konu verimlilik yönetimi açısından önemlidir. Örneğin, ideal olarak 50 kişilik bir sınıfta verilebilecek bir dersi 30 öğrenci alıyorsa ve aynı durum üniversitede açılan benzer derslerde de söz konusuysa, bu üniversitede maliyetlerin olması gerekenden daha yüksek olduğu söylenebilir. Fakat diğer taraftan, başka bir üniversitede aynı ders 100 kişilik sınıflarda işleniyorsa, bu durum bu üniversitenin maliyetler açısından illa yüksek verimlilikte işlediği anlamına gelmez. Çünkü 100 kişilik sınıfta işlenen bu ders eğitim kalitesini düşürecek ve üniversitenin eğitim alanındaki çıktılarını olumsuz etkileyecektir. Kısa vadede maliyetleri azaltmak için atılan adımlar, eğer kurumun eğitim kalitesine zarar verecek seviyede uygulanırsa, uzun vadede geri dönüşü zor olan kayıplara sebep olabilir.

Başlangıç yatırımının yüksek olduğu diğer birçok sektörde olduğu gibi (örn. telekomünikasyon), eğitim kurumlarının da "marjinal maliyetleri" düşüktür. Başka bir ifadeyle, kuruma gelen yeni bir öğrencinin kuruma yarattığı ilave maliyet genel olarak öğrenci başına düşen ortalama maliyetten düşüktür. Bu özelliği barındıran bir sektörde, aynı zamanda "optimal" kapasiteye ulaşmakta da zorluklar yaşanıyorsa bu durum sektör genelinde fiyatlarda bir düşüş baskısı yaratır. Türkiye'de özellikle vakıf üniversitelerinin son yıllarda içinden çıkmakta zorlandıkları sarmalın sektörel ve iktisadi sebeplerinden bir tanesi bu noktada yatmaktadır. Geçtiğimiz 15-20 yıl içerisinde sayıları oldukça artan üniversite sayısı Türkiye'de bir kontenjan enflasyonu yaratmış, bu da bir çok vakıf üniversitesinin kontenjanları doldurmak için öğrencilere çeşitli burs ve indirimler sunmasına sebep olmuştur. Bu durumun iktisat teorisindeki karşılığı "fiyat rekabetidir".

Teorik modelde, aynı hizmeti üreten ve birbirleriyle farkı olmayan firmaların bir fiyat rekabeti içine girmelerinin sonucu bellidir: Böyle bir rekabet dinamiğinde, sektördeki fiyatlar ortalama maliyetlere kadar düşer ve "kar" opsiyonları zayıflar. Mevcut maliyetlerde hayatta kalamayan firmalar ise sektörden ayrılır. Dolayısıyla birbirine benzer, homojen ürünler üreten firmalar için böyle bir fiyat rekabeti içinde olmak, mümkün olan en kötü senaryolardan bir tanesidir. Bunun çözümü ise marka algısı ve ayırt edici özellikler (farklılaşma) üzerinden, ilgili ürüne maliyet üstü bir "premium" fiyat ödemeye razı bir müşteri kitlesi oluşturabilmekte yatmaktadır. Vakıf üniversiteleri ticari kurumlar olmasa da, sektördeki arz-talep dinamiklerinden etkilenmektedir. Dolayısıyla, Türkiye'deki vakıf üniversitelerinin son yıllarda sundukları birçok burs ve indirimin arkasında kontenjanları doldurma hedefli bir fiyat rekabeti yatmaktadır. İleride daha detaylı ele almaya çalışacağım gibi, vakıf üniversiteleri açısından böyle bir rekabet içinde yapılması gerekenin kendi güçlü yanlarına göre bir farklılaşma stratejisi oluşturmak olduğunu düşünüyorum.

Eğitim kurumlarının hem başarı hem de ihtiyaç bazlı burs vermeleri doğaldır ve doğrudur. Bu bir taraftan toplumdaki fırsat eşitliğine katkı yaparken, diğer taraftan başarılı öğrencilerin kuruma kazandırılmasında faydalı olur. Fakat Türkiye'de vakıf üniversitelerinin sundukları burs ve indirimler bu boyutun ötesinde uygulanmaktadır. Burada daha kuvvetli olan motivasyon, kontenjanları doldurmak için akademik bir kültür ve bağlam içerisinde aslında fiyatları düşürmektir. Daha doğrusu, YKS puanı daha yüksek olan öğrenciler için bir "fiyat farklılaşması" yaratmaktır. Ödeme istekleri farklı gruplara farklı fiyat sunma stratejisi kural olarak gelir arttırıcı bir uygulamadır. Fakat yukarıda bahsettiğim gibi, bir "fiyat rekabeti" içerisinde gerçekleşen bu süreç fiyat farklılaşmasının gelir açısından potansiyel faydalarını ortadan kaldırmaktadır. Bu da vakıf üniversiteleri için bütçe yönetimini ve uzun vadeli akademik hedefler için yatırım yapmayı giderek zorlaştırmaktadır.

Heybeye Atılacaklar

  • Vakıf üniversitelerinin burs politikalarının bir fiyat rekabeti unsuru olarak değil, başarılı ya da ihtiyaç sahibi öğrencilerin ödüllendirildiği ve desteklendiği bir yapıda kurgulanması gerekir.
  • Vakıf üniversitelerinin içinde bulundukları fiyat rekabetinden çıkmalarının en önemli yollarından bir tanesi, mevcut ya da geliştirecekleri güçlü yanlarına referansla bir farklılaşma stratejisi oluşturabilmelerinde yatmaktadır. (İkinci yazının ana konusu).
  • Bütçe yönetiminde bir taraftan verimlilik hedeflenirken (optimal ders ve öğrenci sayısı planlaması gibi), diğer taraftan mevcut kaynaklar stratejik olarak kurumun uzun vadeli misyon ve hedefleri doğrultusunda ve marjinal getirisi yüksek alanlarda harcanmalıdır.
  • Kurumun vizyon ve strateji dokümanı sadece akademik hedefler açısından değil, bütçe yönetimi açısından da kuruma bir referans noktası ve rota sunacaktır.

Ertuğrul Bul, MBA

Ürgüp/Cappadocia Belediye Başkanı (Mayor)

1y

Çok iyi yazı. Elinize sağlık Serhat hocam.

To view or add a comment, sign in

More articles by Serhat Koloğlugil

Explore topics