EGEMENLİK KİMİN?

                                      EGEMENLİK KİMİN ?

 Tanrı, «İnsanı kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım» dedi, «Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun.» Tevrat 1-26

 Senin adın RAB'dir, Anlasınlar yalnız senin yeryüzüne egemen en yüce Tanrı olduğunu. Tevrat  Mezmurlar 83-18

 O günden sonra İsa şu çağrıda bulunmaya başladı: “Tövbe edin! Çünkü Göklerin Egemenliği yaklaştı.  (İncil- Matta 4-17)

Hiç şüphesiz göklerin ve yerin mutlak mülkiyeti ve hâkimiyeti Allah’ındır. O, diriltir ve öldürür. Sizin Allah’tan başka ne bir dostunuz ne de bir yardımcınız vardır.(Kuran,Tevbe 116) 

 Egemenlik kavramı tarih boyunca sürekli tartışılan bir konu olmuştur. Her ne kadar bu kavramın 16. Yüzyıldan sonra Batı siyaset düşüncesinin ürünü olduğu ileri sürülüyorsa da bu doğru değildir. Birden fazla insanın bulunduğu yerde egemen bir güç mutlaka vardır. Egemenlik konusu;  hem dinlerin hem de siyasal yapıların temel konularından birisidir.   Egemenlik bir taraftan kural koyma yetkisini diğer taraftan bu kurala uymayanı cezalandırma yetkisini içerir. Ancak her durumda egemen gücün meşruluğu ve üstünlüğü genel olarak kabul edilir. Bu durumda kısaca, meşru ve üstün bir güç tarafından kural koyma ve yönetme hakkına, egemenlik diyebiliriz.

Güç olmadan egemenlik olamaz. Güç ; doğal olarak diğer varlıkların gücünden daha fazla ve onların bu güce itaat etmesini sağlar nitelikte olması gerekir. Örneğin Filistin devletini , BM ye üye 137 ülke tanımıştır. Bu ülkelerin nüfusu dünya nüfusunun %75 ine tekabül etmektedir.  Ancak Filistin devleti egemen bir devlet olmayıp tamamen İsrail işgali altındadır. Yüzbinlerce Filistinliyi İsrail devleti rahatlıkla öldürüp soykırım yapmakta ancak  tüm dünya kınama dışında hiçbir şey yapamamakta, İsrail’ in izni olmadan Filistinlilere bir iğne dahi verememektedir. Çünkü dünyanın en güçlü devletleri olan ABD- İngiltere – Almanya ve Fransa , İsrail’i desteklemekte   ve soykırımı haklı görmektedir.  Bu ülkelerin

İsrail’i haklı görme nedenleri ise;   Yahudilerin bu ülke ekonomilerine tamamen hakim olmalarıdır. Örneğin Yahudiler,  yatırımlarını Çin yahut Hint ekonomisine yönlendirseler 5-10 sene içerisinde ABD – İngiltere- Almanya ve Fransa ekonomileri batar. Sadece bu ülkeler değil Arap yatırım fonlarının ağırlıklı bölümünü yönetenler de Yahudi yatırım ve danışmanlık firmalarıdır. Bu yüzden dünyadaki bütün ülkelerin yönetici ve üretici kesimi bir şekilde Yahudilere bağlıdırlar. Ekonomik güç, Yahudileri dünya ekonomisine egemen yapmaktadır. Ekonomik güç, hangi ülkenin neyi, nasıl, nerede, ne kadar  ve ne şekilde üretileceği konusunda   Yahudileri dünyaya egemen kılmaktadır. Bu yüzden İsrail tanımadan,  Filistin devletinin egemen olması mümkün değildir. Dünya kurulduğundan bu yana  her şeyi belirleyen,  güçtür. Hukukun  dahi arkasında zorlayıcı bir gücü yoksa, hiçbir değeri yoktur.  Güç aslında kaderin de ta kendisidir. Güçlü daima haklı ve cazibe merkezidir. Güç; zaman içerisinde farklılaşır. Bilek gücü, kılıç gücü, asker gücü, süvari gücü, savaş arabaları gücü, tarım üretim gücü, ekonomik güç, sanayi gücü, savunma sanayi gücü, doğal kaynaklar gücü, eğitim gücü, insan kaynakları gücü, medya gücü , para gücü, diplomatik güç ve buna benzer yüzlerce hatta binlerce alanda güç; nitelik ve nicelik bakımdan değişim gösterir.  Küreselleşme ile birlikte, güç aynı anda milyarlarca insan tarafından hissedilir.  ABD deki ekonomik kriz, tüm dünya ülkelerinin ekonomilerini az veya çok etkiler.   Petrol üretiminin kısıtlanması halinde, tüm dünya ekonomileri ve halkları bundan etkilenir. Artık devletler ve toplumlar; sadece askeri alanda değil, binlerce farklı alanda dünya ölçeğinde güç olabilirse , egemen olabilmektedirler. Örneğin ABD, hemen her konuda dünya ölçeğinde %25 lik bir güce sahiptir. Buna karşın Türkiye , bazı konularda  %1 lik bir güce sahiptir. Bu yüzden ABD hemen her konuda dünyada egemenlik iddiasında bulunabilirken ; Türkiye,  ancak kendi topraklarında egemenlik iddiasında bulunabilmekte , dünya ölçeğinde bir egemenlik iddiası olamamaktadır. Kısaca güç;  kendi ülkesinde ve dünya ölçeğinde olmak üzere ikiye ayrılarak ölçümlenmektedir. Bazı güç sahipleri; kendi ülkelerinde  dahi bir çok konuda egemen değildirler. Haber kanallarından bazı ülke yöneticilerinin; anlaşılmaz hatta kendi ülke halkının çıkarları ile taban tabana zıt açıklama ve uygulamaları, bu sebebe dayalıdır. İletişimin hızlanması ve üretim çeşitliğinin artması  ile güç kavramı da karmaşık hale gelmiş, iç içe geçmiş yüzlerce gücün birleştirilmesi zorunlu hale gelmiştir. Rezerv para konusu dünyada çok önemli bir güçtür. Ancak rezerv para olabilmek için,  binlerce farklı gücü aynı anda elinizde bulundurmanız gerekmektedir.    

Meşruluk, egemen olmanın diğer önemli koşuludur. Dünyada savaşlar, iç çatışmalar, darbeler, suikastlar vb yöntemlerle toplulukların veya devletlerin  yönetimleri el değiştirmiştir. Yönetimi ele geçiren gücün , meşruluğu olmadığı sürece egemen olması mümkün değildir. Örneğin Yemen’de Husiler’in yönetimi ele geçirmiş olması onları , Yemen’de egemen güç yapmamaktadır. Çünkü gerek Yemen gerekse dünya devletleri Husiler’ i meşru olarak görmemektedir.  Meşruluk kavramı tartışmalı olmakla birlikte, büyük bir çoğunluk tarafından toplumun veya devletin yöneticiliğinin ve temsil yetkisinin onda olduğunun fiilen kabul edilmesidir.  Örneğin Mısır’ da darbe ile seçilmiş hükümetin yıkılıp yönetime askerlerce el konulması  hukuken meşru değildir. Ancak başta ABD olmak üzere tüm dünya devletleri askeri darbe yönetimini fiilen tanıyıp, Mısır’ı temsil yetkisinin onda olduğunun kabul etmesi ile artık seçilmiş hukuki meşru yönetim fiilen gayrimeşru, hukuken gayrimeşru olan darbeci yönetim ise , fiilen meşru yönetim haline gelmiştir. Birkaç ülkenin darbe yahut işgal yönetimini  tanımaması, meşruluk bakımından önemli bir sonuç doğurmaz. Çünkü meşruluk bir taraftan güce dayalıdır,  diğer taraftan çıkar ilişkileri ile sıkı bağlantı halindedir. Örneğin İsrail’i başlangıçtan beri tanımayan Arap devletlerinin çoğu,  sonuçta İsrail’i meşru devlet olarak tanımıştır. Çünkü Yahudi toplumu ; dünya ölçeğinde ekonomik gücü büyük olan ve tüm dünya toplumlarının şu veya bu şekilde çıkar ilişkisi içerisinde bulunduğu bir toplumdur. İsrail tarafından soykırım uygulanan Filistin yüzünden ,  Yahudi şirketlerine boykot uygulamak isteyen dünya halklarının acınası durumu ortadadır. İçeceğimizden, temizliğimize kadar Yahudi şirketlerine tamamen bağımlı olduğumuzu fark edebildik.  Dikkat ederseniz artık sadece İsrail değil, İsrail’in yaptığı katliamlar dahi meşru karşılanır hale gelmiştir. Yani meşruluk, artık hukukilik değildir. Güç ve çıkar ilişkileri sonucu oluşan fiili genel kabul durumudur. Doğal olarak zihinsel meşruluğun sağlanması için bir kısım metafizik inançların devreye girmesi,  meşruluk durumunu daha da pekiştirip kalıcı hale getirmektedir. Geçmişte, meşruluk Tanrı’dan , soyluluktan yahut  mülkiyetten gelirdi. Mısır Firavunları meşru olabilmek için kendilerini tanrı veya tanrının oğlu ilan etmişlerdi. Hammurabi’ de kanunlarını , Tanrı’nın yazdırdığını söylemişti. Dünyanın en büyük dini olan Hristiyanlık ; İsa ‘nın elinde getirdiği bir kitap olmadığı için onu Tanrı’nın oğlu yapıp,  vaazlarını Tanrı sözü olarak kabul etmişlerdir. Çünkü vaazların kaynağı; kendinden önceki Tevrat ise, İsa’nın yeni bir din getirmesi mantıklı değildi. Kaldı ki 2-3 yıl peygamberlik yapan ve sürekli tehdit ve takibe uğrayan birisinin,  Tevrat gibi binlerce ayetlik bir kitap oluşturması da mümkün değildi.  En kısa yol; İsa’yı Tanrı yapıp onun vaazlarını doğrudan Tanrı buyrukları olarak kabul etmekti. Ayrıca bu inanç, eski Yunan inançlarına da çok yakındı. Yani İsa’nın tanrı olduğu inancının meşruluğu;  hem geçmiş Yunan inançlarına hem de doğrudan tanrının oğlu  olması nedeni ile  kendinden kaynaklanmaktaydı. Ortaçağ boyunca kiliseler meşruluklarını , Tanrı oğlu İsa’dan aldıkları yetkiye ve bu yetkiye dayalı olarak toplumu yönlendirme haklarına dayandırmışlar, hatta krallara taç giydirme törenleri ile kralın meşruluğunu , kilisenin krala taç giydirme merasimine bağlamışlardı. Bunun için İngiliz krallığı, kendine bağlı Anglikan kilisesini kurup bu kiliseyi meşru,  diğerlerini gayrimeşru kabul etmiştir. Her ne kadar bazı düşünürler, meşruluğu hukukilikte arıyorlarsa da,  bu beyhude bir arayış olup idealist bir yaklaşımdır. Dünya tarihi boyunca  gerçek olan; meşruluğun gücün ardından gelen ve çıkar ilişkileri sonucu oluşan  fiili bir durum olduğudur. Yahudilerin ekonomik gücünü elinden aldığınızda, Filistinlilere de ambargoyu kaldırıp savunma haklarını verdiğinizde , İsrail devletinin meşru olduğunu savunacak devlet bulamazsınız. Bunu binlerce yıldır test etmiş Yahudiler,  bu yüzden daima ekonomik güçlerini devam ettirirler ve  etkili insanlar üzerinde nüfuzlarını sürekli korurlar.  Dünyanın etkili yöneticilerinin yahut iş adamlarının,  Yahudilerle mutlaka bir akrabalıkları  yahut işbirlikleri vardır. Böylece Yahudiler , meşruluklarını hem güç hem de çıkar ilişkilerini kullanarak sürdürürler.  

Zihni anlamda meşruluk, diğerlerine göre daha kolaydır.  Hz. Musa’dan sonra gelen;  Hz. İsa ve Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul etmediğinizde, tek meşru kitap Tevrat ve tek meşru din Yahudilik kalır. İsa’nın , Tanrı oğlu olduğunu kabul ederseniz iman etmiş olursunuz, yoksa imansız sayılırsınız. Kısaca zihinsel anlamdaki meşruluklar; inkar yahut ön kabullerle oluşturulur ve metafizik değerlerle anlatıldığından , kabulünde herhangi bir zorlukla karşılaşılmaz. Sonuçta bu iman konusudur ve iman konusunda hiçbir sorgulama yapılamaz, yapan da imansız olur.  İslam dünyasında . Emeviler’in kendi yöneticiliklerini kabul ettirmedeki yöntemi de buydu.  Allah istemedikçe yeryüzünde hiçbir şey olamazdı. Allah;  Emevi halifesinin halifeliğini kabul etmiştir ki,  halife o koltuğa oturabilmiştir. Bu durumda halifeye itaat, imanın gereği  olup Allah’a itaattir. Esasen bu inancı daha önce ,   Hristiyanlığı yaymada Pavlus kullanmıştı ve dünyadaki tüm yönetimlerin Tanrı’dan geldiğini ve itaat edilmesi gerektiğini ileri sürmüştü.  

Egemenliğin doğal sonucu, kural koyma ve yönetmedir. Gücü ve meşruluğu kabul edilenin kural koyup yönetmemesi halinde egemenlikten bahsedemeyiz. Kuralların yahut yönetimin iyi veya kötü olmasının egemenlik bakımından önemi yoktur. Bu olsa olsa egemen gücün süresini etkileyen hususlardır. Kuralın  eğitilmiş bir heyet, din adamları, hukukçu, teknokrat, asker yahut başkaca kişi ve kişilerce konulmasının da önemi yoktur. Gücü elinde bulunduran meşru iktidarın bu kuralları onaylaması yeterlidir.  Örneğin Osmanlı İmparatorluğu yıkılıp Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda , bütün kanunlar Avrupa’dan tercüme edilmişti. Yabancı ülkelerin kuralları , farklı kültür ve inanışta olan bir topluma uygulanabilmiş ve meşruluğu kabul edilmiştir. 100 yıllık süreçte ülkeyi yönetenlerin çoğu,  ülkeyi kötü yönettikleri halde,  güçleri ve meşrulukları sorgulanmamıştır. Yönetimin bir kişide, bir heyette yahut bir sınıfta olmasının da çok önemi yoktur. Sonuçta hepsi meşru gücün bir yansımasıdır ve yönetim biçim ve uygulamasında karar verici olan meşru gücün kendisidir. Buna bazıları kurucu güç adını vermektedir. Dünya devletlerinin çoğunun yönetim şekline halkları değil, güç odakları karar vermektedir.  Dünya halkları, gücü ve meşruluğu olanın,  kural koyma ve yönetme hakkını kabul ederler. Bu kabul, binlerce yıllık bir kültür ve refleks haline gelmiş davranış biçimidir. Yaşamını sürdürebilmek için güçlünün ve kurulu düzenin yanında olmak, her zaman en kolay ve pratik seçimdir.  

Ana konumuz olan egemenliğin kimde olduğu hususuna gelecek olursak. İlk tartışma egemenliğin Tanrı’da mı yoksa insan da mı olduğu konusudur. Yahudi, Hristiyan ve Müslüman din adamları ittifakla,  egemenliğin Tanrı’da olduğunu iddia etmektedirler. Esasen bu iddia;  Tanrı’yı yüceltiyormuş gibi gözüküyorsa da sonuçta ,  dünyadaki bütün suçları Tanrı’ya yükleyerek insanı temizlemektedir. Hristiyanlık bunu;  ilk günahın ve insanların işledikleri günahların  Tanrı oğlu İsa’nın çarmıha gerilmesi ile affedildiği şeklinde , mantık kurallarına aykırı bir çıkarımla anlatmaya  çalışsa da, hiçbir akıl sahibi bu iddiayı doğru bulmamaktadır. İnsanın günahından dolayı Tanrı neden, kendi oğlunu kurban etsin? Tanrının bir oğlu varsa neden ikincisi yok?  Oğul edinen Tanrı neden kız çocuk edinmemiştir? Tanrı doğurabiliyorsa neden başka çocuklar doğurmamıştır? Gibi yüzlerce sorunun cevabı yoktur. Tanrı’nın yeryüzüne İsa yahut başkaca varlık şeklinde görünmesi ise Hinduizm inancını hatırlatmakla birlikte bu inancın sonucu evrendeki bütün varlıkların bu arada her bir insanın Tanrı’nın görüntüsü olduğu ve onun ruhunu taşıdığı anlamını taşıyacaktır  ki, artık Tanrı’nın kendisi sorgulanır hale gelecektir. Bu yüzden egemenliğin Tanrı’ya ait olduğu iddiası doğru olamayacağı gibi bizzat Tanrı inancının  kendisine zarar verir niteliktedir. Dünyadaki trilyonlarca kötülükler Tanrı egemenliğinde yapılıyorsa, bu egemen güç, neden kötülüklerin yapılmasına izin vermekte yahut göz yummaktadır? İsrail’in Filistinlileri katletmesi yahut Hitlerin , Yahudileri benzer şekilde katletmesi  Tanrı egemenliğinde oluyorsa, Hitleri yahut   Yahudileri suçlamamamız gerekiyor. Ayrıca dünyayı Tanrı yönetiyor ve egemenlik onda ise, insanın imtihanı nasıl olacaktır? Tanrı bizzat egemenliğini kullanıyor ise , bunu kendisi olmasa dahi bir meleğini yönetici olarak  dünyaya gönderip,  kurallar koyup yönetmesi, kurallara uymayanları bu dünyada cezalandırması gerekirdi. Çünkü egemen güç, kural koyar ve bu kurallara uymayanları öldükten sonra değil,  ölmeden önce cezalandırır hatta bazılarını ölümle cezalandırır. Tanrı’nın ; insan eliyle egemenliğini kullandığı iddiası ise, egemenliğin insana geçtiği anlamına gelecektir.  Din adamlarının yanlış ve gerçek dışı yorumlarının aksine;  kutsal kitaplarda,  dünyadaki egemenliğin insana bırakıldığına ve bununla imtihan edildiğine ilişkin çok sayıda ayetler vardır. Ancak din adamları egemenlik kavramı ile yaratma kavramını birbirine karıştırdıkları için  garip ve anlaşılmaz yorumlar yapmaktadırlar. Örneğin yukarda belirtilen  Kurandaki Tevbe süresi  116. Ayette mülk kelimesini, din adamları egemenlik olarak yorumlamışlardır. Gerçekte bu ayet, Bizans’ın Medine’yi yok etmek için büyük bir ordu hazırladığı ve ordunun yola çıktığı haberi üzerine inmiştir. Bu yıllarda Medine de büyük bir kıtlık da sürmektedir. Peygamberimiz  çok zor şartlarda yaklaşık 30.000 kişilik bir ordu oluşturmuş ve Bizans ordusunu karşılamak için Tebük e doğru yola çıkmıştır. Bu orduyu hazırlama esnasında  savaşmak istemeyen bazı kişilere  Peygamberimiz izin vermiştir. Bunun üzerine bazı Müslümanlar savaştan kaçınmak için bahaneler üretmeye başlamıştır. Bu ayet bu olay üzerine inmiştir ve ayetin amacı savaşmaktan ve ölmekten korkan Müslümanları uyarmaktır. Sonuçta Bizans’ın saldırmak için ordu hazırladığı iddiası gerçek dışı çıkmış , 50 günlük seferden savaş olmaksızın dönülmüştür.  İlgili ayetin devamında ,  Allah’ın öldürme ve diriltme kudretine sahip olduğu belirtilir. Ayetin iniş sebebini bilmeden yapılan yorumlar tamamen yanlış olmakta ve gerçek İslam inancını bozmaktadır. Ayet , egemenlik Allah’a aittir şeklinde yorumlanırsa,  Allah’ın gerçekte bir Bizans ordusunun olmadığını bilemediği iddiası ortaya atılacaktır. Bu yüzden din adamlarının yorumlarını çok dikkatli okumak gerekir. Din adamları yorum yaparken gerçeği araştırmazlar, birisini yüceltmek, o andaki toplumsal faydayı sağlamak için her türlü yorumu pervasızca yaparlar. İsa’yı, Tanrı’nın oğlu yapanlar da yine din adamlarıdır.  Mülk kelimesi de her Arapça kelime gibi birden fazla anlama gelir ve anlamı cümlenin tümü üzerinden anlaşılır. Sahip olmak, malik olmak, devlet, toprak, hakim olunan şey gibi anlamlara gelir. Kuran’da Mülk süresi isminde bir sure vardır ve bu süre, ölümün ve hayatın hangi insanın daha iyi işler yapacağını denemek için yaratıldığı ve yedi kat göğün ne kadar muntazam yaratıldığından, cennet ve cehennemden  bahseder. Yani Allah’ın dünya egemenliğinden bahsedilmez tam aksine dünya egemenliğinin onu denemek için insana verildiği belirtilir. Bu yüzden Kuran ve bütün kutsal kitapların, ayetlerin iniş nedeni, zamanı, mevcut durum, kelimelerin o zamanki anlamları kavranmadan, yapılan bütün yorum ve tercümeler yanlıştır. Zaten din konusunda toplumlardaki bu kopuş da din adamlarının bu yanlış yorumlarından kaynaklıdır. Dikkat edilecek olursa, bizler din adına din adamlarının yorum ve açıklamalarını öğreniyoruz. Bu yorum ve açıklamaların yanlışlığı ise, cehennem korkusu ile hiç tartışılamamaktadır. İncil’de Tanrı’nın hakkının Tanrıya, Sezar’ın hakkının Sezar’a verilmesi vaazı da , dünya egemenliğinin insana ait olduğunu belirtir. Kuran’da yer alan; “Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğütler veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi işitmekte, her şeyi görmektedir. “ (Nisa 58). Bu ayette geçen emanet kelimesinin yönetim işleri olduğu, ittifakla kabul edilir. Ayette hem yönetimin hem de yargılama işlerinin,  dünyada insana bırakıldığı açıktır.  Yine Bakara 29. Ayette yeryüzündeki her şeyin insan için yaratıldığı belirtilmiştir. Bakara 30. ayette geçen , insanın yeryüzünde halife kılınması ve meleklerin Adem’e secde etmesi de insanın yeryüzündeki egemenliğini teyit eder.  Kısaca yeryüzü insan egemenliğine bırakılmıştır ve onunla imtihan olacaktır.  Hadiste belirtilen ; din nasihattir şeklindeki açıklama da, Tanrı egemenliğini değil, nasihatını anlatır. Evrenin yaratılması ile dünya egemenliği farklı kavramlardır. Geçmişte dünyanın önemli bir bölümünde egemen olan kavimler, Tanrı’dan egemenliğin bir kısmını savaşarak almış değildirler. Egemenlik, insana özgü bir kavramdır. Egemenliğin dinle de  bağlantısı yoktur. Ancak egemen olmak isteyenler;  bu konuda da,  dini sınırsız kullanmışlardır. İşgal edilen topraklarda; kendi dininden olmayanların çocuk, kadın, yaşlı ayırt etmeden öldürülmesinde  de din kullanılmıştır. Kendi dinlerinin egemenliğini kabul etmeyenlerin , ölümü fazlası ile hak etmiş  oldukları iddia ediliyordu. Kötülükler; dinle meşrulaştırılmış, daha da kötüsü, dinin kendisi kötülüklerle özdeşleştirilmiştir. İŞİD in eylemleri, bu düşüncenin  sonucuydu.   İsrail’in eylemleri de benzer düşüncenin sonucudur. Tevrat’ta yüzlerce ayette, Filistinlilerin yahut kutsal topraklarda yaşayanların çocuk, yaşlı, kadın ayırt edilmeden öldürülmesi emredilmektedir. Yani İsrail ile İŞİD  esasen aynı düşünceye sahiptirler, kendi taraftarı dışındakilerin tamamen yok edilmesi, inançlarının bir sonucudur. Bu yüzden egemenlik kavramı ile , din veya Tanrı  arasında bağlantı kurduğunuzda; egemenler tüm kötülükleri Tanrı adına yaparlar ve kötülükler kutsallaşır.  Esasen geçmişte, meşruluğunu  Tanrıdan almayan bir egemenlik yok gibidir. Çünkü insanın değeri yoktur. Köleler ve kadınlar yarı insan sayılırdı. Belli zenginliği olan sınıf da ,  ya yeni bir din uydurup kendi yönetimlerine,  dini meşruiyet sağlamışlar yahut mevcut inançları değiştirerek,  kendilerine dini meşruiyet sağlamışlardır. Kutsal kabul edilen değerler üzerinden meşruluk tartışma konusu yapılamıyordu, çünkü kutsalı inkar imansızlıktı ve cezası ölümdü. Mevcut iktidarın egemenliği ve meşruluğu da kutsaldı ve tartışılamazdı.  Böylece mevcut iktidarlar kendilerini kutsal koruma altına almışlar, meşruluklarını tartışma konusu yapmaktan çıkarmışlardır.

Modern çağda sekülerizm ile birlikte , çoğu toplumlarda egemenliğin meşruiyetinin  kutsal ile bağlantısı kesildi.  Aristokratik meşruiyet de;   Fransız ihtilalinden sonraki gelişmelerle,  bazı istisnalar dışında ortadan kalkmıştır. Medeni ve zihni gelişimini tamamlayamamış toplumlarda halen aristokratik meşruiyet düşüncesi devam etmektedir. Modern çağın temel düşüncesi, egemenliğin halka dayanması gerektiği düşüncesiydi.  Ancak modern dönemde egemenliğin halka dayandığı ilkesi de, zaman içerisinde değişime uğratılmış, egemenlik yine elit bir kesimin eline geçmiştir. Bu defa soyluluktan gelen bir seçkincilik yoktur. Zenginliğe, bürokrasiye, temsilcilere ve kurucu iktidara dayalı bir seçkincilik vardır. Temsili demokraside temsilciler; adeta bir aileden, bir örgüt üyesinden   veya bir zengin  sınıfından seçilir hale gelmiştir. Siyaset belli bir gurubun  mesleği haline gelmiştir. Milyonlarca kişinin oluşturduğu bürokratik düzen; değiştirilmesi mümkün olmayan yönetsel kural ve çalışma sistemi kurarak, halkın buraya nüfuz etmesini engellemiştir. Bir konuda uzmanlaşma temayülü; insanları yönetsel işlerden uzaklaştırmış, kendi mesleğinde ilerleme çabasına dönüştürmüştür. Yönetsel işler karmaşıklaşarak , sıradan insanların anlayamayacakları hale gelmiştir. İnsanların yönetsel katılımını sağlamak için kurulan siyasal partiler, kendi üyelerinden bağımsız bir yapıya bürünmüştür. Parlamentoya gidecek temsilciler; halk tarafından değil, parti yöneticileri tarafından belirlenmiştir. Siyasal yapılanmalar da ; iki veya üç partili hale getirilerek, yönetsel sistem tamamen kontrol altına alınmıştır. Böylece halk, yönetici olarak kontrol altında olan iki veya üç partiden birisini seçmek zorunda kalmıştır. Küreselleşme ile birlikte, egemenlik ve meşruluk  devlet sınırlarını aşarak en büyük iki veya  üç devletin belirlediği kavramlar haline gelmiştir. Kısaca egemenlik ve meşruluk; halklara  bırakılamayacak kadar önemli kavramlardır. Muhtelif tiyatro senaryoları ile halkların  eğlendiriliyor olması, gerçeği görmemizi engellememesi gerekir. Dünya halkları; gerek devlet bazlı gerekse siyasal partiler bazlı bölünmeleri ortadan kaldırıp, kendi kaderlerini belirleme hakkını kendi ellerine almadığı sürece de egemenliğin ve meşruluğun halklarda olması mümkün değildir. Kaldı ki halkın eğitim ve bilgi seviyesi,  kendi kaderlerini belirleme hakkının verilmesini imkanlı kılacak durumda da değildir. Egemenliğin ve meşruluğun doğrudan halklara bırakılması,  bugünkünden  daha kötü sonuçlar da doğurabilir. Bu güne kadar; insanlar birbirilerini yükseltmek için değil  düşürmek için çabalamışlardır. İlk buldukları fırsatta, kendinden farklı düşünen insanları yok etmeye çalışmıştır. İlk fırsatta çevresini köleleştirip kendine bağlamak, bu mümkün olmazsa yok etmek isteyen bir canlıdan daha tehlikeli evrende ne olabilir ki?     Kim bilir  belki de yakın gelecekte egemenlik ve meşruluk ; tamamen sanal zekalara ve  büyük verilere bırakılacak, dünya halkları yine egemenlik ve meşruluk konusunda herhangi bir söz sahibi olamayacaktır.             

   

 

 

Yorumları görmek veya yorum eklemek için oturum açın

Diğer görüntülenenler