Uzun ve Zorlu Bir Yolculuğa Çıkacak Olsanız, Yanınızda Kimin Olmasını İstersiniz?

Uzun ve Zorlu Bir Yolculuğa Çıkacak Olsanız, Yanınızda Kimin Olmasını İstersiniz?

Yetkinlik konusunda kaleme aldığım yazıda, yetkinliğin bilgi, beceri ve tutumun bileşkesi olduğunu ifade etmiştim. Bilginin edinilebildiğine, becerinin zamanla geliştirilebildiğine; tutumun ise bilgi ve beceriye göre daha zor öğrenilebileceğini de eklemiştim. Yazıyı okuyan pek çok kişiden de “tutum nasıl geliştirilebilir?” yönünde sorular aldım.

Tutum bir nesneye ya da bir kişiye karşı, inanç, duygu ve davranış eğilimlerimizin görece durağan örgütlenmesi olarak tanımlanmaktadır. Tutumun İngilizcesi attitude kelimesinin kökeni Fransızca’da “bir figürün bir heykel ya da tabloda duruşu, pozisyonu” anlamına gelmektedir. Nasıl ki bir heykelin veya tablodaki bir figürün duruşunu kolay kolay değiştiremezsek, aynısı tutum için de geçerlidir.

Ben bu yazıda, davranışlarımıza fark etmeden yön veren bu olguya dair bazı örnekler üzerinden bir düşünme alanı oluşturmak istiyorum. Yazıyı okurken, uzun ve zorlu bir yolculuğa çıkacağınızı ve çevrenizdeki kişilerden bir kişiyi bu yolculukta size eşlik etmesi için seçeceğinizi hayal etmenizi öneririm. Yazının sonuna geldiğinizde aklınızda kaç kişinin kalacağını merak ediyorum 😊

“Evet, Ama” Diyenlerle Mi? Yoksa “Neden Olmasın” Diyenlerle Mi?

Bir liste yapsam benim için ilk sırada yer alan tutum, pozitif yapabilirlik tutumudur (can do attitude). Bir kişinin pozitif yapabilirlik tutumuna sahip olup olmadığını anlamak için sormanız gereken tek soru vardır: ben bu kişiyle zor bir yolculuğa çıkar mıyım? Her şeye tersinden bakan, olumsuzu, eksiği gören; bir şeyin hep nasıl olmayacağına kafa yoran biriyle mi yolculuğa çıkmak istersiniz? Yoksa, “neden olmasın?” diye soran, bir deneyelim diyen, pozitif ve aksiyon odaklı, çalışkan ve sorumluluktan kaçmayan biriyle mi?

Çok büyük bir genelleme ile insanları ikiye ayırabiliriz. “Evet, ama” diyenler (Yes But) ve “Neden olmasın” diyenler (Why Not?). Yani, aklını bir işin nasıl olmayacağını açıklamaya çalıştıranla, bir yolunu buluruz deyip her durumda bir çözüm üretmeye yatkın olanlar. Elbette sorgulamak, analiz etmek, acele etmeden düşünerek hareket etmek iyidir. Benim burada “evet ama” diyenler ile kastettiğim, gönlü iş yapmaktan yana olmadığı için aklını olumsuz senaryoya odaklayanlar. Eminim etrafınızda bu iki ayrıma uyan çok kişi vardır. Sizi temin ederim ki, çalışmak da yolculuğa çıkmak da hatta pikniğe gitmek bile “neden olmasın” diyen insanlarla daha keyiflidir 😊 

Pozitif yapabilirlik tutumu ile ilgili bir örnek vermek isterim. Yıllar önce Harvard Üniversitesi’nde katıldığım bir programda Chobani Yoğurtlarının kuruluş ve gelişim yolculuğu vaka çalışması olarak okutulmuştu. Chobani Yoğurtları, Hamdi Ulukaya tarafından sıfırdan kurulan ancak şu anda Amerika pazarının yoğurt lideri olan şirket. Program kapsamında, Hamdi Ulukaya’yı dinleme şansımız da oldu. Kendisi şöyle anlatıyor: “Lise mezunu olarak Amerika’ya geldim. Dil öğreneyim derken burada kalıp iş kurmaya karar verdim. Babam ziyarete geldiğinde, birlikte bir marketi gezdik ve bana ‘evladım burada hiç yoğurt yok, sen bu işe gir’ dedi.” Hamdi Ulukaya böylece Kraft’ın atıl denebilecek bir fabrikasını satın alır. Alır almasına ama ne makineler çalışır durumdadır ne de müşteri vardır. Hamdi Ulukaya da “boş durmayalım, fabrikayı boyayalım” der. Gelip geçenler, Hamdi Ulukaya’nın bunu neden yaptığına anlam veremez. Kendisi, “illa ki bir çözüm bulacaktık, aklımızda planlar da vardı ama hiçbir şey yapmamaktansa fabrikayı boyamayı tercih ettik” demişti. Öyle ki, şirkette böylece “paint the plant” deyimi kullanılmaya başlanmış. Yani elinden hiçbir şey gelmiyorsa bile en azından kalkıp fabrikayı boya 😊

Şimdi bir düşünelim, işler kötüye gittiğinde kaçımız enseyi karartmadan pozitif olana odaklanabiliyoruz?

Dış Faktörler Mi? İç Faktörler Mi?

İkinci bir ayrımı, içinde bulunduğu durumu dış faktörlere bağlayanlar ile iç faktörlere bağlayanlar arasında yapabiliriz. Çok sık iş görüşmesine girdiğim için, adayların bana anlattıklarını her zaman bu bakış açısıyla dinlerim. Diyelim ki, bir adaya “İngilizceniz nasıl, nereden öğrendiniz?” diye sordunuz. Size “kursa gittim ama uzak bir yerdeydi, eğitmen kötüydü, kitaplar hiç faydalı olmadı” diyen biri kendini dış faktörlerle açıklıyor demektir. Kimisi ise, tüm zorluklara rağmen otobüste giderken kulaklıkla İngilizce video izleyerek, yolda yürürken kelime bilgisi çalışarak, internetten bulduğum programlarla, arkadaşımdan aldığım ödünç kitaplarla öğrendim diyebilir. Geçtiğimiz günlerde iş görüşmesi yaptığım bir adayı dinlerken fark ettim ki, kendisi dışında herkes ve her şey hatalı 😊

Hayatta gücümüzü aşan zorluklar mutlaka vardır ve her zaman da olacak. Benim burada anlatmak istediğim, bu zorluklara karşı duruşumuz. Kader gayrete aşıktır sözünü bu açıdan çok severim. En iyi bahane bile başarının yerini tutamaz. Lisede sıra arkadaşlarımdan biri abisiyle birlikte üniversiteye hazırlanıyordu. Ailesi sadece abisi için dershane bütçesi ayırabilmişti. Sıra arkadaşım olan küçük kardeş bizim test kitaplarımızdan çalışarak, dershanelerin deneme sınavlarına girerek üniversite sınavına hazırlandı. Sonunda da gayreti ile hafta sonları bir dershanede eğitmenlik yapan edebiyat öğretmenimizin dikkatini çekmeyi başardı. Öğretmenimiz, dershanede bir kişilik olan kontenjanını onun için kullandı. Sonuç ne mi oldu? Hepimizden daha yüksek bir puanla Boğaziçi Üniversitesi’ni kazandı. Ne demişler… Azim varsa çözüm mutlaka vardır.

Etki Alanına Odaklananlarla Mı? İlgi Alanına Odaklananlarla Mı?

Stephen Covey’in milyonlar satan Etkili İnsanların Yedi Alışkanlığı kitabında beni en çok etkileyen yer etki alanı ve ilgi alanını anlattığı bölümdür. Aşağıdaki şekilde de görebileceğiniz küçük dairedeki etki alanı bizim kontrolümüzde olan, bize bağlı olan, yaptıklarımızla etki edebileceğimiz alan anlamına gelmektedir. Örneğin, sağlığımız için her gün 10 bin adım atabilir; her gün işimizi daha iyi yapmanın bir yolunu bulabiliriz. Akşam yatmadan önce 10 sayfa kitap okuyabilir; sevdiklerimizle vakit geçirebiliriz. Bunlar tamamen bize bağlıdır. Öte yandan bir de tuttuğumuz takımın veya dünyada ekonomik gidişatın durumu vardır. Bunların hepsi bizi ilgilendirir ama gidişatına etki edemeyiz. Buna da ilgi alanı denir.

Ne ilginçtir ki, insanlar vakitlerinin önemli bir kısmını etki alanlarında yapabileceklerinden ziyade ilgi alanları üzerine konuşarak geçirirler. Bu elbette hepimizin yaptığı bir şeydir ve bir dereceye kadar anlaşılabilir. Ama dengeyi tutturamazsak, elimizde kalan içimizdekileri döktüğümüz ama bize bir şey katmayan deneyimler olur. 

No alt text provided for this image

Hayat enerjimizi etki alanımıza odaklamak bizi de etkili bireylere dönüştürür. Etki alanı odaklanma ile büyüyen bir alandır. Buna kendimden bir örnek vermek isterim. Yeni mezun bir genç olarak göreve başladığımda, benden istenen en önemli iş gazeteye iş ilanlarını vermek, o zaman için faks, mektup veya elden teslim edilen özgeçmişleri tasnif etmek, seçmek ve yöneticilerin görüşmelerini organize etmekti (yazıyı okuyan genç İK’cı arkadaşlarım, size şimdi çok şaşırtıcı gelse de geçmişte özgeçmişleri böyle topluyorduk 😊). Tam iki sene yalnızca bu işi yaptım.

Yöneticim Doğan Bey, işini çok ciddiye alan, profesyonel, süreçleri önemseyen ve mükemmele yakın iş bekleyen biriydi. Mülakat yapılan salon çalıştığım odanın tam karşısındaydı. İki sene boyunca hazır olmadığım düşünülerek o odaya tek başıma girmeme müsaade edilmedi. O zamanlar bu duruma çok üzülürdüm. Ben de özgeçmişleri çok dikkatli okur, onlarla adeta konuşur, kendi kendime mülakat yapardım. Adres tarif ederken, adayı karşılarken hep gözlem yapardım. Yöneticimle adaylar hakkında konuşmaya çalışır, onunla birlikte girdiğim mülakatlarda kendime dersler çıkarırdım.

Bir gün Adapazarı’nda kurulacak süt fabrikası için aynı anda hem teknik müdür hem de fabrika müdürü alınması için hızlı bir işe alım süreci işletmemiz istendi. Yöneticim bir hafta boyunca tüm adayları gördü, ben de sona kalan 15 adayı ertesi gün Genel Müdür ile tanıştırmak için organizasyonu yaptım. Ertesi gün yöneticimin bir işi çıktı ve ben Genel Müdürümüz Zeki Sözen Bey’e tüm gün mülakatlarda eşlik ettim. Ama adaylara hiç soru sormuyor, sadece dinliyor ve not alıyordum. Akşama doğru Zeki Bey, “ben yoruldum, sen de öğrendin artık mülakatları sen yönet” dedi. 2 yıldır beklediğim an gelmişti 😊 Güzel bir iş çıkarmış olmalıyım ki, Zeki Bey bana teşekkür etti ve bundan sonraki tüm görüşmelerde olmamı istedi. Bu olaydan üç sene sonra da Yıldız Holding İşe Alım Merkezi Müdürü olarak atandım. Her ne kadar iki yıl boyunca mülakatlara giremesem de etki alanıma odaklanarak ve zamanı geldiğinde de bilgi ve becerimi ortaya koyarak etki alanımı genişletmiş oldum 😊 İlgi alanıma odaklanıp mülakatlara giremediğim için yöneticim ya da süreçler hakkında kafa yorup konuşsaydım, kariyer yolculuğum herhalde çok farklı ilerlerdi.

Kriz Mi? Fırsat Mı?

Travmatik olayları dışarıda bırakırsak olaylar tek başına iyi ya da kötü değildir. Bizim tepkilerimize göre anlam kazanırlar. Bir olay nereden baktığına bağlı olarak hem kriz hem fırsatı içinde barındırabilir. Buna en iyi örnek herhalde pandemidir. Her ne kadar global ölçekte pek çok kriz yaratmış olsa da beraberinde fırsatları getirdiğini asla inkâr edemeyiz. Örneğin, pandemi olmasaydı Türkiye’de bu kadar çok şirketin yaygın bir şekilde uzaktan çalışma uygulayacağını hayal edebilir miydik? Veya dijitalleşme bu kadar hızlanabilir miydi? Çok değil, bundan 2 sene öncesini bir düşünün. Ne demek istediğimi çok iyi anlayacaksınız.

Ben bu konuda kendimi ifade edebilmek için (hele bir de yüksek lisans sınıfında falan isek ilginç tartışmalara yol açan) bir örnek vermek isterim. Diyelim ki, siz çalışıyorsunuz ve eşiniz çalışmıyor. Havanın çok soğuk olduğu, sizin de çok yorgun olduğunuz bir gün iş çıkışında eve geldiniz. Beklentiniz, kapının güler yüzle açılması, mutfaktan güzel kokuların yükselmesi, evin sıcacık olması. Fakat, eve geliyorsunuz ve kapıyı çalışıyorsunuz, kapıyı açan yok. Anahtarınızla içeri giriyorsunuz, eşiniz uzaktan soğuk bir “hoş geldin” diyor ve mutfakta hayal ettiğiniz yemek kokusundan eser yok. Ne yaparsınız? Bu durum hiç şüphesiz bir krize gebe 😊 Peki, fırsat ne olabilir? Belli ki, eşinizin canı bir şeye sıkılmış. Onunla tartışmaktansa, “hadi dışarı çıkalım” deyip durumu baş başa yenen güzel bir akşam yemeğine çevirerek eşinizin canını neyin sıktığını konuşabilirsiniz. Ne kadar iyimser bir tablo diyebilirsiniz 😊 Ama inanın bana, eşinizle tartışmaya girdiğinizde kriz çok daha büyüyecek. Oysa ki güzel bir akşam yemeği bunu konuşabileceğiniz ve çözüme kavuşturabileceğiniz bir fırsatı size verebilir.

Bir defasında bunu bir derste anlattığımda bir öğrenci “hocam anladım da kötü bir yöneticiniz olsa bunun ne gibi bir fırsatı olabilir, her gün kriz” demişti. Haklıydı da. Ama bazı durumlarda hem kriz hem de fırsat bir arada olabilir. Kötü yönetici ile çalışmak kimsenin tercih edeceği bir şey değildir ama bir de şöyle düşünün. Yönetici olduğunuzda ne yapmamanız gerektiğini kendi tecrübeniz üzerinden empati kurarak geliştirebilirsiniz.

Düşünenlerle Mi? Yapanlarla Mı?

Diyelim ki bir arkadaşınız hasta ve hafta sonu onu ziyaret etmeyi planlıyorsunuz. Ama bir taraftan da yol uzun, keyfiniz de pek yok ve bu ziyaret gözünüzde büyüyor. Acaba gitmeyip telefon mu etsem diyorsunuz. Size bir tavsiyede bulanayım, ne kadar üşenirseniz üşenin böyle anlarda yerinizden kalkıp, yola çıkıp ziyareti yapanlardan olun.

Psikolojide Zeigarnik Etkisi denen bir kavram vardır. Rus psikolog Bluma Zeigarnik tarafından literatüre kazandırılan bu kavram, Zeigarnik’in bir restorana yemeğe gittiğinde garsonun siparişleri alırken hiç not almamasını fark etmesiyle başlar. Zeigarnik garsona siparişleri nasıl hatırladığını sorduğunda, garson siparişleri aklına yazıp, siparişleri teslim ettikten sonra bu notları zihninden sildiğini söyler. Bunun üzerine Zeigarnik bir dizi deneye başlar ve fark eder ki, tamamlanmamış görevler insanların zihnini meşgul etmeye devam ediyor. Yukarıdaki örnekte olduğu gibi, yapmadığınız zaman zihninizde taşıyacağınız keşkelerin yükü, o ziyareti yapmanın fiziki yükünden ağır olur. Bir de arkadaşınızla yaşayacağınız ziyarete dair hoş hatıralar yanınıza kalacak. Ben bu tür insanlara aktif iyi diyorum. Bir insan durduğu yerde durarak iyi olamaz.

Bu işe dair tutumumuzda da geçerlidir. Bir işi düşünüp durmak yerine harekete geçmek, o fikri hayata geçirmek inanın bana sizi daha çok hafifletecektir. İngilizce’de “don’t talk the talk but walk the walk” diye bir ifade vardır. Konuşmak yerine işe koyulmak diyebiliriz 😊

Şimdi bu tutum örneklerini bir düşünelim. Çevreniz bu tutumlardan hangilerine sahip olan insanlarla dolu olsun istersiniz? Her zaman “evet ama” diyerek işin nasıl yapılamayacağına odaklananlarla mı, yoksa “neden olmasın” diyerek denemeyi göze alanlarla mı? Kendinden başka herkesi suçlayanlarla mı, “ben neler yapabilirim” diye soranlarla mı? Etki alanı dışında her şeye odaklanan “zaten bu da böyle” diyenlerle mi, yoksa “neyi değiştirebilirim” sorusuna odaklananlarla mı? Bir olayın kötü yönünü görenlerle mi, yoksa ondan iyi bir sonuç çıkarmaya çalışanlarla mı? Belki de en önemlisi düşünenlerle mi, yoksa yapanlarla mı?

Tabii bir de kendi tutumlarımızı değerlendirmek var ki, herhalde en zor olanı. Bu yazıyı okurken olaylara verdiğiniz tepkileri gözden geçirerek tutumlarınız üzerine düşünmenizi dilerim. Ben de her başlıkta kendimi ve verdiğim tepkileri gözden geçirdim. Ve umarım bu akşam evde yemek vardır 😊

Recep Savdıç

HR | Administrative Affairs Senior Spicialist

2y

Hocam kaleminize ihsan dilerim. Yazıyı okurken sadece oraya kendimi koydum, acaba ben daha fazla ne yapabilirimi düşündürdü... Katkınız için çok teşekkür ederim :)

Banu Baykal

Director - EMEA Major Markets, GSA(Talent Solutions)

2y

Çok güzel bir yazı teşekkür ederim paylaştığınız için. Kötü yönetici ile ilgili kısmı okurken allıma şu geldi. Ulu çınarın altında ot bitmez derler. Bunu çok koruyucu anne babalar için de çok iyi yöneticiler için de düşünebilirsiniz. Yöneticiniz yapamadığı , yapmadığı alanlar sizin için öğrenmek, ekip adına onu gerçekleştirmek için bir fırsat içerebilir, yada alternatif olarak hergün şikayet etmeyi seçebilirsiniz 😊Bem yöneticilerimden çok şey öğrendim ama onların insan olduklarını unutmadan, yapabildikleri şeylerden öğrenirken, yapamadıkları şeyleri de kendimi ekstra geliştirmek için bir fırsat olduğuna inanarak.

Tugce Tunc Tartan

Yıldız Holding Senior HR Manager & Erickson Professional Coach

2y

Hepimizin umuda, inanmaya, harekete geçmeye her zamankinden çok ihtiyacı olduğu bir dönemde harekete geçmek için tetikleyici bir yazı, elinize sağlık 👏🏻

Eşimi alırdım hocam :) Hayat zaten zorlu bir yolculuk :)

Yorumları görmek veya yorum eklemek için oturum açın

Bahattin Aydın adlı yazarın diğer makaleleri

Diğer görüntülenenler