Yükseköğretimde Arz Talep Dengesi Değişiyor! Üniversiteler Özüne Dönmeli…

Yükseköğretimde Arz Talep Dengesi Değişiyor! Üniversiteler Özüne Dönmeli…

Kabul etmeliyiz ki Türkiye’de yükseköğretimin kalitesini arttırmaya yönelik birçok çalışma yapılıyor. YÖK bu konuda oldukça ciddi olduğunu göstererek kalite çalışmaların yürütülmesi için 2015’de Yükseköğretim Kalite Kuruldu. Yükseköğretim Kurulu (YÖK) 1981 yılında kuruldu ve tam 34 yıl sonra bir kalite kurulu kurma kararı alındı. Biraz geç oldu anlayacağınız ama iyi oldu. İyi oldu ancak 3 yıldır birkaç özel çalışma dışında ulusal ve küresel anlamda büyük bir kalite değişimi mantığı ya da felsefesi ortaya konamadı. Güzel şeyler söylendi evet ama güzel icraatlar ve gurur tablolarını yaşayabilmek için biraz daha yolumuz olduğunu söyleyebiliriz.

Bir yandan yükseköğretimde kaliteyi arttırmak üzerine kafa yorulurken ve bir şeyler yapılmak istenirken diğer yandan da üniversite sayılarındaki bu denli artışın bu kalite arayışını olumsuz etkilemeyecek mi?

Eğitimin kalitesini ülkedeki üniversite sayısının çokluğu mu belirler yoksa yeterli sayıda ama dünya ile yarışan üniversitelere sahip olmak mı?

Şuan Türkiye’de 206 yükseköğretim kurumu var. Bu kurumların 129’u devlet üniversiteleri, 72’isi vakıf üniversiteleri ve 5’i vakıf meslek yüksekokullarından oluşuyor.

Yıllar bazında üniversite sayıları incelendiğinde 2005 yılına kadar düzenli bir trend ile artan üniversite sayıları 2016 yılından itibaren 10’ar, 20’şer olarak artmaya başlıyor. 

1996-97 yılından itibaren vakıf üniversitelerinde sayısının giderek artması ile birlikte yükseköğretimindeki kurum sayış 2005’de 75, 2010’da 145, 2015’de 171, 2018’de ise 206 sayısına ulaşıyor. Artık her şehrimizde en az bir üniversitemiz var.

Üniversite sayısının bu denli çok oluşu eğitimde kaliteyi getiriyor mu? Şu ana kadar hayır… Yıllardır dünya sıralamaları arasındaki yerimizi (ilk 500’den bahsediyorum ki bu yıl 2 üniversitemiz vardı.) bir elin 5 parmağının geçmeyen üniversitelerimiz ile koruyabiliyoruz. 206 üniversiteden bir elin 5 parmağını geçecek üniversite çıkaramıyoruz... Kalite ile üniversite sayısının çokluğunu ilişkilendirmek mümkün değil. Daha doğrusu ilişkilendirirsek ortaya iç açıcı sonuçlar çıkmayacaktır.

Peki, neden bu kadar çok üniversite açıyoruz? Neden her şehirde üniversite olmalı?

Her öğrencinin ayağına eğitimi götürmek elbette önemli. Eğitimin ulaşılabilir ve adaletli (!) olması tabi ki önemli. Ancak binalar ve tabelalar geleceğimizi kurtarmıyor...

Bu kurumların içini en iyi olanaklarla, yeterli sayıda ve kendini geliştirmiş akademisyenlerle, önce ulusal sonra küresel her platformda diğer kurumlarla ve diğer kurum öğrencileri ile yarışılabilir seviyeye getirme gibi kriterlerini sağlamak kaydı ile açılan her üniversite geleceğe yapılan bir yatırım olacaktır elbet.

Peki bu kadar arz varken talep nasıl değişiyor?

Yıllar bazında üniversite sınavlarına başvura ve yerleşen öğrenci sayılarını incelediğimizde 2015 yılına kadar dengeli olarak ilerleyen trend yerleşen öğrenci sayıları açısından gerilemeye başlıyor. 

2015 yılından sonra üniversite sayılarındaki artıştan bahsetmiştik; 171’den bugün 206’ya yükseldi. Yukarıdaki grafiğe bakıldığında başvuran öğrenci sayısının da düzenli olarak arttığını gözlemleyebiliyoruz. Peki yerleşen öğrenci sayısı neden 2005’den bu yana düşüyor? 

Yıllar bazında üniversite sınavlarına başvuran öğrencilerin yerleşme oranları grafiği incelendiğinde 2010’dan itibaren doygunluğa ulaşan öğrenci yerleşme oranının 2015 yılında son raddesine ulaştığını ve son 4 yıldır da düşmeye başladığını gözlemliyoruz.

Öğrenciler 2015 yılından bu yana tercih haklarını kullanmıyorlar! Artık öğrencilerin üniversitelere yükledikleri misyon başka. Sadece bir diploma alabilmek bir üniversite okumak yerine hiç okumamayı tercih ediyorlar. Özellikle vakıf üniversiteleri öğrencileri kazanmak amacıyla her hangi bir özel işletme ya da kurum gibi reklam kampanyaları, sloganlar, özel imkanlar, olanaklar sunuyorlar. Ancak, öğrenciyi çekebilmek her üniversitenin aynı şekilde yaptığı bu çalışmalar işe yaramıyor.

Üniversiteler, öğretim kadrosu kalitesiyle, müfredatlarıyla, bilimsel yayınları, başarıları ve sadece uluslar değil global anlamda öne çıkmalılar. Artık doygunluğa ulaşmış olan yükseköğretim sektöründe ayakta kalabilmenin yegane şartı budur. Üniversiteler bilimin, kültürün, sanatın, inovasyonun ve teknolojinin bir arada olduğu, dünya ile kapışan eğitim yuvaları olmadıkça bu grafiklerin hepsi düşüşe geçmeye devam edecektir.

Aslında bu grafiklerin düşüşe geçmesi de önemli değil, önemli olan dünyaya “biz de varız” diyebileceğimiz yükseköğretim kurumlarımızın olmasıdır. Bu nedenle her üniversite düşünüp var olma amaçlarını tekrar hatırlamalıdır. Özüne dönmeyi en hızlı şekilde gerçekleştirmelidirler.

Yorumları görmek veya yorum eklemek için oturum açın

Diğer görüntülenenler