Affetmek ve unutmak üzerine
İnsan, hayatın büyük zorluklarını aşabilecek bir kapasite ve donanımla dünyaya geliyor. İçimizdeki bu kapasiteyi fark ettiğinizde kontrolümüz dışında bizi zorlayan her krizde, gücümüze daha da sıkı sarılıp onu kullanma becerisi kazanıyoruz. Böylece zamanla günlük hayatın krizlerinde daha yüksek seviyede performans gösterebiliyor, hatta en yaratıcı işlerimizi de böylesine karmaşık zamanlarda ortaya çıkarıyoruz.
Kitabım ‘Zamanı Yakalayan Ofisler’de krizlerin gerçek kapasitemizi kullanmak için fırsata dönüşebileceğini yazmıştım. Potansiyelinizle ilgili yetersizlik korkunuzu yendiğinizde, gerçek gücünüzü fark etmeye ve peşinden gelecek ödüllerinizi almaya başlarsınız.
Aynı zamanda bitmemiş işlerinizi temizlemek hayatınızı ve iş alanınızı düzenli hale getirir; karmaşık görünen işler de aslında hayatınızın birer basit rutini haline gelir. Yaşamınızda düzenlediğiniz her alan sizin için yeni bir enerji alandır. Ruhunuzda tıpkı yaşam alanlarınıza benzer… Ruhunuzu daraltan, Sizi huzursuz eden, endişe ve suçluluk duymanıza sebep olan, heyecan verici gelecek tasarlamanıza engel olan her şeyi temizlemeniz, ruhunuzu hafifletir ve yeni bir enerji dalga boyutuna geçmenizi sağlar. Yaşam ve ruhsal alanlarınızdaki düzen akışın sürekliliği için gereklidir. Bu akış da güveni besler. Güveni ise eylemlerimize, yaptıklarımızla kazanırız; bir dizi aksiyonlar ardından güven olgunlaşır.
Ama en önemlisi şudur: Her şey, tüm değişim ve dönüşüm sizinle başlar. Yaşamınızda farklı sonuçlar elde etmek istiyorsanız, “değişikliği” başlatan siz olmalısınız ve her değişiklik inanın size iyi gelir. Atölye çalışmalarıma katılan danışanlarıma da daha kimya görüşmelerimizde kendilerini değiştirmeye başlamadan, başka hiçbir şeyin değişmeyeceğini şeyin değişmeyeceğini anlatırım. Değişimi kendinden başlatmayı ertelemekse, tembelliğin bahanesi ve yerinde saymanın mayasıdır. Nitekim her bitmemiş işin mayasında bu üç olumsuzluk vardır: Ertelemek, yapmamak ve yerinde saymak… Yaşamının herhangi bir alanında değişim ve dönüşüm yaratmak isteyen kişilerin, odaklanarak kavramaları gereken en önemli konu hangi alanda, neyi ertelediklerini fark etmektir.
Dönüşümün önündeki engellerden ikincisiyse geçmişin yüklerinden tamamen kurtulmak için bağışlamayı öğrenmektir. Affetmek bizi hafifletir, ruhumuzu yüklerinden kurtaran ve sadeleştiren yeni bir enerji dalga boyutuna geçmemizi sağlar. İnsan genelde her olay ve durumda kendini mağdur görür. Ebeveynlerimiz, arkadaşlarımız, öğretmenlerimiz, yöneticilerimiz, iş arkadaşlarımız yani geçmişte bize engel olduğunu düşündüğümüz, güvenimizi sözlü, fiziksel veya zihinsel olarak zayıflatmış bizi istismar etmiş herkes bizi mağdur etmiş olabilir. Bu mağduriyetten kurtulmak, özgür olmak ve ilerlemek için affetmeyi öğrenmemiz gerekir.
Ancak, pek çok danışanımla yaptığım çalışmalarda, onların en çok zorlandıkları alanın bu alan olduğunu fark ediyorum. Geriye dönüp baktığımda benim de danışan koltuğunda oturduğum yıllarda en çok affetmek de zorlandığımı hatırlıyorum. Peki, neden affetmekte bu kadar zorlanıyoruz? Bu soruya kendi deneyimlerimle şu yanıtı verebilirim: Güven alanımızı korumak! Bize yapılanları affettiğimizde tekrar o insan veya başka kişiler tarafından aynı muameleye maruz kalacağımızdan endişe ederiz. Halbuki ruhsal farkındalık yolculuğunuzda bağışlama tekniklerini öğrenerek, sizin için en zor olan bu alanda yaratacağınız temizlik sayesinde, iç huzuruna ermeye başladığınızı, daha mutlu bir geleceğin temellerini yavaş yavaş attığınızı fark edersiniz. Böylece ruhunuzdaki bu alan düzene girmeye başlar.
Kendi kullandığım tekniklerden birkaç örnek vereyim. Mektup yazmak, telefon görüşmesi yapmak, yüz yüze görüşmek veya her ne gerekiyorsa onu yapmak ve meseleyi kendi içinizde halletmek önceliğiniz olmalı. İngilizceden dilimize aktarılan ve meditasyonlarda benim ve birçok eğitmen arkadaşımın kullandığı, çok sevdiğim bir terim var “let it go” yani “bırak, gitsin.”
Affetmek elbette tek yönlü bir çalışma değil, madalyonun bir de kendini affetme yüzü var. Başarısız olduğunuz her ilişki, sonu çatışmayla biten her iletişim, başarısızlıkla sonuçlanmış her terfi, eksik kalmış her kariyer yolculuğu, çocuğunun konserine bu sene de yetişememiş olmak, galibiyetle sonuçlanmamış her müsabaka ve sınırsız sayıda uzatabileceğim pek çok konuda iç sesinizi susturmayı ve suçlu olma halinden kurtulmayı ancak kendinizi bağışlayarak aşabilirsiniz. Geçmişin geride kaldığını ve değiştiremeyeceğinizi kabullendiğinizde, sonuçlardan çıkardığınız dersleri hayatınızda dönüşüme bir kaldıraç olarak kullandığınızda, seçimlerinizin, o anki farkındalığınız ve bilgi düzeyinize göre olduğunu kabul ettiğinizde bu alanı geçebilirsiniz. En çok ailelerimizle olan ilişkilerimizde bizi yetiştirdikleri yöntemlerle ilgili yargılarımızda ve suçlamalarımızda; koşullarına, bilgi düzeylerine ve inanç sistemlerine ve ebeveynlik koşullarına baktığımızda fark edebiliriz.
Bize ait olan ve verebileceğimiz en değerli armağanın, sevgi olduğuna inanıyorum. Sahip olamadığımız şeyleri veremeyiz. İçimizde sevgi varsa, özgürleşmek için verebileceğimiz en değerli hediye sevgidir. O zaman işe kendimizi severek ve affederek başlayabiliriz. “Benim hatam değil” ve “mağdur ben” kalıplarını geride bırakmayı öğrenmeliyiz, yoksa özümüzdeki sevgiden zevk alamayız. Sevginin verdikçe çoğalan ve özgürleştiren bir kavram olduğunu anlamak özel bir farkındalık seviyesi gerektirir. Bunu fark eden insan daha yüksek bir seviyede yaşamaya başlar. Geçmişteki olaylardan kendimizi koparmak ve koşulsuz şartsız sevgimizi verebilmek bizi özgürleştirir.
Pek çok insan, içindeki gerçek özün ortaya çıkmasına fırsat tanımakta tereddüt eder. Bir süre sonra huzursuz, kendinden memnun olmayan halleriyle yaşamayı kabullenilmiş, çaresizlik duygusunu benimsemiş olarak yaşamlarını sürdürmeyi tercih ederler. Öğretilmiş kalıplarını esnetmek, ilişkilerinde, yaşamlarında olabilecekleri en mükemmel halleri için emek vermek yerine, sıradan öğretilmiş kalıpların içerisinde patinaj çekmeyi tercih ederler.
Halbuki yazımın başında da ifade ettiğim gibi, bizler zorlukları aşma konusunda muhteşem donanımlara sahibiz ve donanımlarımızın başında “vermek”, verdikçe “özgürleşmek”, sevgimizi sınırsızca akıtabilmek var…
Tüm bunlar da dönüşüm yolculuğumuzu belirliyor. Ne kadar sevebildiğimiz ve ne kadar akıtabildiğimiz bize özeldir. Orada, içimizde sadece ortaya çıkarmamız için bizi bekler…