80'ler

İnsanların 80’li yılları özlediği o kadar çok belirgin bir hale geldi ki; bu durumu fark etmemek elde değil. Bulunduğunuz herhangi bir ortamda, o yıllara ait eski hatıralar anlatıldığında, insanların o günleri özlediğini gözlerinden anlayabilirsiniz. İster çocukluğunu, ister gençliğini, yaşamının herhangi bir dönemini, o yıllarda geçirmiş insanların 80’li yıllara karşı büyük bir özlemi var. Hatta, yapımcı Birol Güven bu durumu fırsata çevirerek dönemin dizisini yaptı. O yıllardaki siyasi ve güncel gelişmelerin yanı sıra insan ilişkilerini de seyircinin ekranlarına taşıdı. Yıllarca büyük bir beğeniyle seyredildi. Sonrasında, büyük bir umutla “doksanlar” adında bir dizi de yaptı ama aynı başarıyı yakalayamadı, seyircinin ilgisini çekemedi ve yayından kaldırıldı. Sanki seksenlerin farklı bir ruhu vardı. Seksenleri bu kadar özel ve farklı kılan neydi? Neden herkes seksenleri arar oldu? O yılların bu kadar özlenmesine sebep olan şey neydi? Aslında, o yıllarda ülke olarak kötü günler de geçiriyorduk ama sanki bugüne göre daha mutluyduk, daha huzurluyduk. Gerçekten öyle miydi? Ne değişmişti?

80’li yıllar yeni bir devrin, kapitalizmin neo-liberalizm ile beraber bütün dünyaya ağırlığını koyduğu ve ekonomik sistem olarak büyük ölçüde kabul edildiği yılların tam anlamıyla başlangıcıydı.  Kapitalizm ekonomik temelli bir sistemdi. Dolayısıyla; siyasi sistemleri ve sosyal yapıyı da etkisi altına alarak insan davranışlarının değişmesinde büyük ölçüde etkili oldu. Adam Smith’e göre kapitalizm en uygun ekonomik modeldi fakat bu modelin iyi işlemesi için insanların vicdan sahibi olmaları gerekirdi. Belki de bunu eksik yapmıştık ve vicdanımıza çok fazla söz hakkı vermemiştik. Sonuç olarak; bu yeni sistem insanı değersizleştirdi. İnsanı insan yapan yardımseverlik, dayanışma, hoşgörü, iş birliği, alçak gönüllülük, paylaşmak gibi bütün değerler yok olmaya başladı. Sistem, bu değerleri yok etmekle de kalmadı; bu değerleri savunan insanları da küçümsedi ve toplum dışına itti. İnsanları birbirlerine karşı yabancılaştırdı. İnsanların içinde bulunan kötü tarafların tetiklenmesine sebep oldu. Rekabet, paranın gücü, gücün saltanatı gibi kavramlar ağırlık kazanmaya başladı.


Para ve güç kazanmak en büyük önceliğimiz oldu. Kimine göre, bu uğurda her şeyi yapmak mubahtı ve kariyer basamakları bu şekilde çıkılabilirdi. Günün en güzel saatlerini dört duvar arasında geçirdiğimiz yetmiyormuş gibi mevki ve makam için akşam geç saatlere kadar çalışan insanlar türedi. Üstelik, yıllarca bu şekilde köle gibi çalışılmasına rağmen; insanların halen gelecek ile ilgili endişeleri vardı. İşten arda kalan vakitlerini televizyon karşısında geçiren veya prangalarla bağlanmış gibi alışveriş merkezinden çıkmayan insanlar, boş zamanlarında bile özgür değillerdi. “Özgür” olmak bir yana aslında birer modern köle olduklarının farkında bile değillerdi. Evet, alışveriş yaparken bile “özgür” değildik; çünkü, ne alacağımız, neyi tüketeceğimiz konusunda çeşitli reklam ve pazarlama kampanyalarıyla yönlendiriliyorduk. Öylesine bir algı yaratılmıştı ki; modaya ayak uydurarak tüketen insanlar bir “statü” kazandıklarına inanıyorlardı. Satın aldığınız telefon modelinden, kolunuza taktığınız çantaya, kullandığınız otomobilden, içtiğiniz kahveye kadar; aklınıza gelen her harcama alışkanlığınız için hakkınızda bir kişilik değerlendirmesi yapılabilirdi.

Bunca koşuşturmaca, iş hayatı, tüketim derken yeni bir hastalık türedi. “Stres”. Hatta, hastalıkların en büyük kaynağı denildi. Çare olarak da; insanlar uyuşturucu kullanmaya başladı. Korkutucu gelmesin diye adına anti-depresan denildi. Stresten kurtulmanın bir yolu olarak da hobi edinilmesi öneriliyordu. Maalesef, edineceğiniz hobinin ne olacağı bile bilge pazarlamacılar tarafından topluma pompalanıyordu.

Ne demiştik; 80’li yıllarda daha mutluyduk sanki. Bugünlerde, toplumun büyük bir kısmı mutlu olmanın yollarını kovalıyor. Önceleri sadece filozofların tartıştığı bu kavram artık popüler bir hale geldi. Günümüzde, en çok satan kitaplar listelerinde; mutlu olmanın yollarını anlatan kitapların olması tesadüf değil. Bu kitapları alıp okumaya başlamadan önce insan olduğunuzu ve sizi insan yapan bazı değerlere sahip olmanız gerektiğini hatırlamanız faydalı olacaktır. Hani şu kaybettiğimiz değerler.

Saygılarımla

Necmi YILDIZ

Mühendislikte dijital dönüşüm danışmanı/ CATIA Champion

5y

Bu değişimi dönüşümü iyi anlamak lazım. Anlayamayıp çemberin içinde çıkışı bulamayanlar olabiliyor. Son 10 günde 3 toplu siyanür vakasını o mutluluğu bulamayanlara umudunu kaybedenlere bağladı zihnim. 

Beğen
Yanıtla

Yorumları görmek veya yorum eklemek için oturum açın

Diğer görüntülenenler